22.12.12
SABİT
Geçmiyor bu, sabit
Benim yaşım
O'ndan uzaklığımla ölçülür
B'enim sabitim O'dur.
Ben geldim
Senden geldim
Sana geldim
Sen O'ysan eğer.
Ben geldim
Senden geldim
Sana geldim
Bir avuç karbon
Bir avuç merhamet.
Ben geldim
Geçmiş şaraptan kızıl
Ve körkütük bir Şiraz'dan elbet.
Birhan Keskin
27.10.12
7.10.12
Ege ve Gece...
Kumsalda idi minik kadın ve karanlıklardan geldi biri... Adı yoktu ete büründüğü bir kimliği de.. Saatlerce oturdular... bayım ona hikayeler anlattı en kadife sesiyle..Truva'ya yasladılar sırtlarını. Denizin tuzu tutundu bedenlerine. Karanlığa büründüler bir vakit. Gün ağarana kadar kayboldular denizde. Gün ışığıyla bitti düş "pofff" toz oldu zaman...
"Egenin balıkçı ve deniz kızı hikayesi vardı anlatmadan gittiği...oysa sözdü ..."
***
Bir gün tanrıların evine kaçmışlar. Günün içine doğduğu tepedeki tapınakta bulmuşlar kendilerini. kente günün yorgunluğu çöktüğü bir vakit o koca koca sütunların arasında oturmuşlar. Kadife sesli rüzgar Apollon'un Daphne'ya aşkını anlatmış. Bir su perisinin kızına aşık Apollon.. okçuluğu yenik düşmüş Eros'a. Öyleki Erosun attığı bir ok aşkını hissizleştircektir. Ve olan olmuş artık Daphne kaçar Apollodan.. Tanrı babasının yardımıyla Defne ağacına döner Apollodan uzak ve hissiz kalır. Apollo aşkıyla defne yapraklarını baş tacı eder. Daphne'ye aşkını hiç unutmaz Sosuza dek onunla kalır Daphne. Tarihler boyu hep baş tacı olarak kalır...
13.8.12
Mesela....
24.7.12
Ve...
Ve bu kadın gider... Geçen yıl bu vakitler nefes aldığım topraklara, İda'ya doğru yarın yol alıyorum. İşte tamda şu yukarıdaki anları yeniden yakalamaya gidiyorum. Bambaşka hikayelerle ( kafamda çektiğim fotoğraflar ve hikayeleri üzerine blogumu düzenleme fikri var) dönmek üzere bir kaç ay yokum, kendinize iyi bakın emi...
23.7.12
Denize doğru....
21.7.12
17.7.12
TAK TAK TAK
15.7.12
KAYIP
1.7.12
dipçik...
İç seslerin muhakemesini yapmaktaydım;
Bu kadarmıydı hayatın demekteydi biri,
Kurmacamıydı yazdıkların diyen oldu,
Ne özlemmiş bünyedeki o öyle bitmedi dediler,
Kimkudukki beklenen ve yahut terk eden diye merak ettiler...
Sahi suretinin yansıması bu mudur diye şaşıranlar oldu.
Devrik hayatımın cümlelerini sıraya koymaya çalışanlar vardı...
Sonra düşündüm;
Her an hüzünlü, derdin, tasanın bolca olduğu, gam- keder dolu, her daim özlem çeken, aşık, melankolik, hafif depresif seçmece bir bünyeyi hayal etti çoğu.
Yaşadıklarım bunlardan ibaret değil veya tam olarak bunlar değildi. Biraz eksik, biraz fazla benden bağımsızlar diye düşündüm.
Ben benim olmayan acıları içselleştirdim benimkilerle yoğurdum, sahipsiz özlemleri nüfusuma geçirip benimkilerle beraber büyüttüm, gözden çıkarılan sevdaları gördüm karanlıkta arkalarını kolladım... korkusuz korkaktım ya hani biraz, kendi korkularıma dostlarımınkileri ekledim.
Ve buraya yazdım..
Çokça benim diyaloglarım var içinde keza yaşadıklarımda. Ama bir kısmı belki de senindir veya yanındakinin.
Hepi topu bir kez aşık olmuşken ve yalnızlığı tercih ederken, bir ömre bu kadar sevda sığmazdı...
İnsanlar hep gülen yüzümden bahsederken bu kadar keder fazlaydı bünyeye...
En sevdiklerimi her an yanımdan ayırmazken bu kadar çok özlem ağır gelirdi bana...
23.6.12
20.6.12
Dikkat Mim!
Dünyayı en sallamayan görünende dahi mevcuttur takıntı.
ederim ve dışarı çıktımda düşünürüm acaba bilgisayarı kapadım mı, kurutma makinesinin fişini çektim mi...
acaba kapıyı kilitledimmiye kadar gidiyor iş ve ben her seferinde geri dönüp kontrol ediyorum.
bir takıntım var. Ne menem bir takıntıdır. Arkadaşlarda kaldığımda ertesi gününü zor ettiğim zamanlar oluyor.
Yediği karpuzun çekirdeklerini sıra sıra tabağına dizen bir zat varsa o benim şaşırmayın.
engellemeyen, kişilere zarar vermeyen takıntılar kafi.
10.6.12
Ala
(okurken dinlenilesi şarkı: what a wonderful world)
Hal böyle olunca yaşamımdaki pek çok şeyi ben bile kesin çizgilerle ayırt edemiyorum. Öyle ki temel renklerde başkalaşmış durumda. Ama eminim dünya tüm renkleriyle bana katıldıkça güzel.
2.6.12
29.5.12
El Ele
Bir bulut olsa...
17.5.12
Birikmişler...
16.5.12
15.5.12
Filgisayar
2.5.12
Şu Sıralar Hayat;
Özlemle fotoğraflarına baktıkların gibi.. zaman hep birilerine ve yahut bir şeylere özlemle, hasretle geçiyor. Sen buğulu gözlerle yitip gidenlerin fotoğraflarına bakarsın, umutlarını kaybedersin, hayallerine teğet geçersin, başkalarının gözlerinde görürsün tanıdık mutluluğu ve belki onlara imrenirsinde ardından keşkeler seni kovalar. Öyle ki her keşkenin zamana dokunamadığınıda bilirsin başa sarar; ellerinde fotoğraflar, umutlarını kaybedersin ve hayallerinin yanından geçip gidersin… bu kısır döngüdeyken hep öncesini özleyerek sonrasını düşlersin ve bu arada sen küçülürken hasret çığ gibi büyür. Bazı bazı bir yerlerden tutunmak adına boşlukları doldurmaya çabalarsın. Sen zannedersin ki doluyor oysa farkında olmadan ufalıyorsundur. Sanki bu; yeri dolurulamayan koca koca boşlukları yok sayarak kendinden yediğini göz ardı etmektir, göz yummaktır eksik olmaya. Lakin her yarım giderken tamınıda götürüyordur ve aslında fark etmeden sen eksiliyorsundur… işte tüm mesele bu!
30.4.12
UYUSAM YA DİYORUM
Şu huzursuzluk hissiyatı geçsede
Yumsam gözlerimi sıkı sıkıya
Uyusam yılların verdiği yorgunlukla.
Çokta değil ya yaşım
Pahada hafif yükte ağır yılgınlığım geçse,
Uyusam ya diyorum…
Belki evveliyatı olmadan yaşarım
Sanki hiç gün olmamış gibi
Ayaklarım hiç yere basmamış ya
Şu nefesi ilk kez alıyormuşum diye
Uyusam ya diyorum…
İlk adımı atar gibi
Tökezleyerek, tutunarak sana…
17.4.12
MİM
15.4.12
olay nedir?
25.3.12
Karanlıkta Kaybolan Kadın Layla!!
23.3.12
şu vakitler...
13.3.12
Güle Güle
Hangi perondan el sallanmaz ki gidene? Çok çok gideceksen eğer ardından el sallanmayacak terk edebileceğin bir yer bulmalısın. Çünkü bir elin iki yana anlamsızca salınmasından daha ötedir vedalar. Avuçların gideni uğurlarken elinin tersi set çeker önüne. (Hep mi elin tersi rast gelir insanın duygularına?!)
Ardından dökülen bir avuç suyun gideni daha çabuk geri getiremeyeceği gibi el sallayınca da “güle güle git” demene tezat güle güle göndermiş olmuyorsun sevdiklerini… Yerdeki su izinin kaybolmasından daha hızlı oluyor burukluk hissiyatı.
7.3.12
HAYALET
Bugün geçmişten günümüze gelen bir hayalet gördüm yolda… unutmuştum oysa onu.. tüm bilgileriyle silmiştim hafızamdan. Ama simaları hiç unutmam hemen tazelendi tüm anılar. Oysa unutmaya çalıştıklarım, unuttuğumu sandıklarım beynimde ve sildiğimi sandığım tüm kokular burnumun direğinde asılı kalmışlar. Hemen belli ettiler kendilerini. Bir titreme bir acı sormayın ben daha fark etmeden gözlerim doldu. Ve sustum…
Ben en çok sustuğumda korkar insanlar birde çokça konuşup güldüğümde. Çünkü bilirler susuyorsam bir nedeni vardır. Çok çok kırıldığımda susarım ben incindiğim de kelimeler barikat kurar boğazımda, dilim dönmez içimdekileri söylemeye. Bende istem dışı susarım bu reflekstir benim için. Tıpkı elini bir yere çarptığında hiç fark etmeden acı ünlemlerini dile getirmek gibidir bu; bir “Aaaahh”la anlatır insanlar içindeki acıyı bense susarım. Küçükken dudaklarım büzüşürdü, gözlerim dolardı öyle ki su dolu bir cam fanusun içinden izler gibi bakardım etrafa yine de küçük bir inleme dışında her hangi bir ünlem dökülmezdi dudaklarımdan. Yani hep böyleydim pekte değişen bir şey olmamış hayatımda.
Ben gene sustum gözlerim dolu dolu baktım otobüsün camından, dudaklarım büzüşmedi belki o kadar acımadı canım belki de çoktan büyümüştüm bilemem ama olmayan bir hayalet geçti gözlerimden tablolardan fırlamışçasına pastel gerçek olmayacak kadar güzeldi.
29.2.12
"...
Eskilerden bir yazım... üstte ki fotoğrafı görünce yeniden paylaşmak istedim. Şu vakitler "Umut" oyunu da bıraktı. Kim bilir belki de büyüyor...
UMUT
Gözlerimi yumdum, kollarımı her iki yana açtım. Sonsuz kadar geniş kocaman oldular, bekliyorum ve parmaklarımı hızlı hızlı çarpıyorum avuçlarıma “Umut gell gell, Umuuut gel gel gelll..” Kahkahalarıyla atılıyor boynuma Umut “ Aferin Umut. Aferin benim minik umuduma”..
Umut henüz minik bir çocuk. Bu oynadığımız onun en sevdiği oyun. Hiç bıkmıyor bu oyundan. Onunla usanmadan, bıkmadan defalarce oynadık. O huzuru, sevgiyi, mutluluğu.. yaşamak adına ne varsa bende arıyor. Kısacası Umut yaşamı isteyip, kollarımda hayat buluyor. Ama her seferinde de kaçıyor kollarımdan. Kimi zaman istemeye istemeye gidiyor, kimi zamansa beğenmiyor sunulan hayatı da sıkılıp kaçıyor. Her seferinde ardından bakışıma aldırmadan minik adımlarla uzaklaşıyor. Muzip bir çocuk gibi arada gülümseyip önümden geçiyor. Neyse ki bir süre sonra özlüyor beni ve sımsıkı kapattırıyor gözlerimi ki aniden farkedilmeden gelebilsin. Tek bir sözüyle gözlerim yumuluyor ve gelmesini ümid ederek onu çağırıyorum. Adını benim ağzımdan işitmek isteyip. Nasılda sevildiğini, beklendiğini görmek için defalarca çağırmamı bekliyor. Kendimi gelişine hazırlıyorum ve kocaman açıyorum kollarımı. Biraz sonra koşa koşa gelip tekrar atılıyor kollarıma. Belliki yeni heycanlar keşfedilmiş. Şen kahkahalar duyuluyor umuttan. Sımsıkı sarılıyor boynuma. Öpücüklere boğuyorum umudu. Bir süre daha kıkırdıyor kollarımda. Minik elleri biraz daha sarılı kalıyor hayata. Sanki biraz mutlu oluyor yanımda yada biraz huzur hissediyor canımda. Bir süre daha benimle kalıp rahat duruyor kollarımda. Işıl ışıl gözleriyle gözlerimin içine bakıyor. O an mutluyum Umut yanımda ama biliyorum Umut birazdan huysuzlanacak ve tekrar kaçacak kollarımdan. Yinede tüm sevgimi ona veriyorum. Zaman geçiyor Umut huzursuzca kıpırdanmaya başlıyor. Belli ki Umut sıkılmış, oyun istiyor. Oyalayamıyorum yine kaçıp gidiyor kollarımdan. Buruk bir gülümsemeyle ardından bakıyorum. Bir süre sonra gözden kayboluyor. Umut arada kaybolmayı seviyor, ortalarda hiç gözükmüyor. Belki de uzun süre gözükmeyecek. Yaramaz çocuk misali dünyamın altını üstüne getirip ordan oraya koşuşturucak. Yeni heyecanlar keşfedinceye dek gelmeyecek.
Bense yeniden sımsıkı kapatacağım gözlerimi, kollarımı genişçe açıp “Umut gel gell, Umuuuut geell geeell gelll..” diyeceğim. Bunu o tekrar gelip hızla kollarıma atılıncaya dek yineleyeceğim. Belki bir vakit sonra soruda sorarım “ Umuuuutt nerdesiiinn? Gelll Umut gelll neredesin!?” Umut geri gelmek için kimbilir neyi bekliyor ama biliyorum Umut büyüyünceğe dek bu oyunu oynayacağız. Yaşamayı istedikçe geri gelecek. Hayatı bu gidip gelişlerde bulup, kayboluşlarında yitirecek. Hiç şüphe yok ki Umut her seferinde yaşama tekrar tutunacak.
23.2.12
MİM'lendik...
24.1.12
Mazi Kalbimde Bir Yaradır
Camı açmak istiyorum bir yudum nefes için..
Yorgun kırmızı gözlerime inat ağlamamak için yüzüme hava çarpmam lazım.
Yollar geçiyor hızla.. arabanın içindeydim İstanbul caddelerinde ilerliyorduk.
Arada yabancı gözler görüyordum bana bakan ama göremeyen.
Kuru bir sessizlik doluşmuştu içeriye.. pek çok kelime içimizde akarken susmuştuk.
Trafik sıkışıyor yabancı gözler artıyordu, midem bulanıyordu havasızlıktan.
Bir siyah poşete tutunuyor elim,
Kussam diyorum korkularımı..
Kussam ya gidipte seni bulamamayı…
Ama olmuyor kalbim çarpıntısından sıra vermiyordu mideme.
Nihayet geliyoruz senin ülkene.
Bastığın topraklar çim..çiçekler var, dallı budaklı ağaçlarla dolu
---ne kadar da yazık!! buralarıda terk etmiştin.
Daha önce görmemiştim böyle güzel yer oysa sen sahiptin tüm bunlara.
İpuçlarını bir araya topladık, sana tanıdık bana yabancı yüzler aradım binalarda
“bi haber?” diyordum. Bir haber verin nerededir şimdi o!!
Yok hiç haber yok senden…
Hissetmemiş insanların, belkide bilemediler kaybolacağını.
Titrek diz kapaklarımıda alıp bir ağacın dibine çöküşümü hatırlarım, gözlerim gene isyanlardaydı..
Önceki gece gidişine dair minik bir ipucu uğruna ihmal ettiğim mahremiyetin aklıma gelmişti..
Gene aynı titrek diz kapaklarıyla çalışma masasının önüne yığılmıştım.
Çekmecelerde sana dair ne varsa buğulu gözlerimin önündeydi.
Hazırlıksız çekip gitmiştin, her birini ardında bırakacak kadar terk etmiştin bizi.
Fotoğraflar, yazılar, filmler.. senin kırgınlıkların, düşlerin, özlemlerin, aşkların…
Yani sana dair yaşamda ne varsa oradaydı da bana yabancıydılar.
Saatlerce bakmıştım onlara. Bir iki mısra takılmıştı gözüme
Eski yıpranmış bir kağıt paranın üzerine yazılmıştı
Anlamı büyük anılarının yanında hatıra kutusunun içerisindeydi.
“… şimdi koş beni!!
Ölümleri alkışladık, yaşadık.
Yanlışlıkla yıktık bizim olan kentleri.
Bir öküzün boynuzunda salınırdı dünya
Bir dünün ayazları kokardı ve karışırdı hayata.
Şimdi koş/sana…
Gecikmiş bir çocuksun yalnızlığı arala
Daha küçük imgeler yakıştırıp kokuşmuşluğuna..
Boynuzunda Dünya taşıyan bir öküzüz aslında
Geriye saymaya başla!
Kusulan her günün ardında biz varız.
Tüfeklerimizden hançerlerimizden kan sızan yaralarımızla
Padişah süsü verdik karanlık korkulara.
Kusarak koş sığın ERTELENEN yarınlarına”
(halada unutmam bu dizeleri… kimin yazdığını bilmem niye yazdığını da öğrenmedim senden…)
...
Aylardan kasımdı, hani sıcak tutardı ya kırmızı kazağım üzerimde o vardı yinede tirtir titriyordum. Tıpkı ağacın dibinde olduğum gibi.
Daha sonraları hiç giyemedim o kazağı… çünkü bir daha beni ısıtamadı.
ben düşüncelere dalmışım bir vakit sonra "hadi gidiyoruz" dedi bir ses..
Çehren görülmüştü bir yerlerde.
Geldiğimizi anlatan minik bir kuş senin olan o diyarlardan sana doğru uçmuştu.
Yollar geçti yine gözümden. Ben hiç birinin farkına varamadım…
Öğleyi bulmuştu zaman. kavramı da yoktu ya zamanın
ama kalabalıklaşmıştı sokaklar öyle anımsıyorum o anı..
Kafamda binbir türlü cümleyle “ya…” ile bağlanan sorularla boğuşuyordum.
Gözlerim cam kesilmiş , ellerim soğuktu….
Onunla göz göze gelmiştik...
Sıkı sıkı sarıldı bana ve anca candan öte birinin diyebileceği sözleri sarf etmişti kulaklarıma;
“senin bir damla göz yaşına” diyordu.
Saçlarımı okşayarak devam edip
“..kıyamam. Merak etme güzelim, üzülme.. sana söz veriyorum bizimle dönecek. Daha fazla ağlama lütfen”
diye sesi titreyerek bitirimişti cümlelerini.
İri cüssesinden kalp atışlarının sesi yükseliyordu.
Boyum omuzlarına anca yetişirdi ya ,kalp atışlarını duyuyordum beynimde.
Korkuyordu… ama yinede bana güven veriyordu.
Beraber senin yanına doğru yürümüştük. O gün aslında sebepsiz olan sebepler konuşulmuştu.
Tam anımsayamıyorum konuşulanları da yüzün gitmemiş belleğimden.
Şaşkın fakat haksız bir gururun izinde tepkisizdin.
dik oturuyordun, belli ki uyuyabilmiştin gece,
yorgun değildin, hasta değildin... gözlerime bakarken.
oysa ki bana o zamandan hatıradır uykusuzluğum...
Soğukluğun engelliyordu bazı şeyleri yinede beraber dönmüştük eve…
İçten içe yeniden gideceğini bilerek kandırmıştık kendimizi.
Bağlanmıştık senin olmayan bir nedene…
8.1.12
Günlerden …
yine taksim güncesindeydi zaman
Hava soğuktu, çok çok soğuk
öyle ki
Tavşan kanı kimliğine bürünseydide çay ısıtmazdı içini…
Gözü gözüne değdiğinde anlamıştı kadın, yinede sustu.
Gözler tanıdıktı ya örülmedi saydı buz duvarları.
Titrek elleriyle bir sigara yaktı erkek, sonra sustu.
Kahvenin alışkanlığa büründüğü o yerdeydiler yine
Merdivenlerin hemen yanı hani köşe masadaydılar hep
Duvara sırtını dayamıştı kadın , oysaki tutunmuştu ona
Hani o duvarı ordan kaldırsan yavaşça çökerdi yere…
Karşısındaydı erkek, türlü türlü afişlerin olduğu duvarın hemen dibinde
Sessiz hava, kuru bir soğuk
Erkek öyle gelmişti maiyetiyle maiyetine
Böyle bilmişti kadın, bir daha sormadı…
Sesler titriyordu azıcık
Avuçlarındaki çay bardağında erimek isterdi kadın, yapamadı
Titreyen bedenini ısıtmak için sıkı sıkıya tuttu onu
Konuşurken yüzüne bakabiliordu erkek, hatta gözlerinin içine bile
Anlamsızca afişlere baktı kadın, donuk gözlerle sabit bir noktaya takıldı
“İNSAN”…
O vakit anımsadı ilk günü “ilk defa insanoğlundan vazgeçmesini istemişti erkek”
Erkek herkesten onun için vazgeçmesini dilemişti
Kadının kararlılığı uzatırken yolları bir ona tutunmuştu erkek
Onun avuçlarına üfleyen insanoğlu olmasın istemişti
Her biri kaybolmuştu o andan itibaren…
Uzun süreden beri birbirine karşıt iki fikrin arzulanmış dünyasındaydılar
Yani şimdikinden çok uzaktı bu hisler
Boğuk veda cümlelerini duymadı kadın
Yinelemedi erkek
-Bitti, dedi kadın
Soğukluğu onaylarcasına her hangi bir cümleye ait olmayan kısa bir bitti çıktı ağzından
Donuk bakışları yüzüne bile değmedi adamın
Titreyerek “İnsan”a bakıyordu kadın
5 daikika öncede sarılmak istiyordu erkek şimdi de…
Yapamadı kalktı yerinden, mağrur ve yenik
Donuk nemli bakışlar döndü yavaşça
Kadın boş duvarı gördüğünde parçalandı bardak avucunda
Sadece çay kaşığının minik tiz sesini işitti
Soğuktu hava, çok çok soğuk
Zaman aktı, dakikalar geçip gitti boş duvarda
Telvenin koyu kıvamında sohbeti hatırlanan insanoğlu geldi karşısına
-Nasılsın, nerelerdeydin …
diyemeden o donuk gözlerinden anladı adam
Tanıdık bir çehreyi görünce kendini bırakan nemi sol elinin tersiyle silerken kadın
Adamın gözleri sağ avucuna takıldı
Oturmamıştı henüz ayakta yanında dikiliydi
Adam dehşete düştü ne yapacağını bilmeden durdu öylece
Yine o donuk bakışlarla kadın ellerine baktı, tanıdıktı ıslak kırmızı olmasa…
Akıp giden kanları fark edip sağ avucunu
titremeden yavaşça açtı..
İrili ufaklı tüm cam parçaları döküldü kucağına
Biliyordu kadın, akıp gitmeliydi kan, sevdayıda alıp beraberinde götürmeliydi
Nem yerini göz yaşlarına bıraktı
Adam eğildi sarıldı, minik bir öpücük kondurdu başına
İnsanoğlu “geçicek” dedi ve saçlarını okşayarak yineledi “geçiçek…”
Oysa kadın kesiklerin acısını dahi hissetmiyordu
Yinede soğuktu hava, çok çok soğuk…
3.1.12
“Sen nasılsın”… Cevabını aslında çokda merak etmediğin sorulardan. Bencillik hakim; çok çok bahsettim kendimden peki sen nasılsın, aslında yoruldumda konuşmaktan belki sıkıldım anlatmaktan hani kelimelerin boğazı kurumuştur bir damla su ister yada arada es ister notalar öyle bir şey ya bu… olurda dinlerim belki yerde edinir aklımda ama öteye gitmez sorarım ve o orada havada asılı kalır cevaplarıyla anlamsızlığıyla durur öylece kimse üstüne almadıkça sahipsizdir tüm heceleriyle.
Oysa karşındaki anlatır kendini vurgularıyla… İyiyim der belki de iyi değildir. İşte ordaki “iyi” tanıdığın ama pekde konuşmadığın biriyle karşılaştığında kullandığın sıradan bir tanımdır. Sana nasılsın der sende iyiyim dersin. Bu yeterlidir bu yüzden senle konuşmayı sürdürmesine gerek kalmaz. Sonra kendini iyi hissedebilir çünkü soracak kadar düşünceli davranmıştır. Artık başka bir soru sormaya gerekte yoktur. Eğer gerçekten bir şeyler kötü olsaydı zaman ayırıp dinlemek istemesen bile dinlemek zorunda kalırdın. Oysa monolog olsun die iyi demiştir insan. Gerçekten merak edildiğin bir nasılsında çözülür o “iyi”… anlatsanda anlamıyacak birine yormazsın nefesini. Çünkü buna gerek yoktur. Ne kadar çok heceyi yanyana getirsende herhangi bir bağlaçla kelimeleri birbirine bağlasanda onun için anlam ifade etmez. Bir “iyi”yimden öteye gitmezdi cümleler. Tüm bunları geçtim…
pekiii “SENİ SORDUM SENİ!!! SEN NASILSIN?”