22.12.12

SABİT

Hani midenin üzerine yumruk yemiş gibi olursun ya... Ve bazen oradan bir türlü gitmez o yumru, işte epeydir tamda öyleyim... Geçmiyor bu, sabit.

Geçmiyor bu, sabit                                                          

Benim yaşım 
O'ndan uzaklığımla ölçülür
B'enim sabitim O'dur.

Ben geldim
Senden geldim
Sana geldim
Sen O'ysan eğer.

Ben geldim
Senden geldim
Sana geldim
Bir avuç karbon
Bir avuç merhamet.

Ben geldim
Geçmiş şaraptan kızıl
Ve körkütük bir Şiraz'dan elbet.

Birhan Keskin

27.10.12

7.10.12

Ege ve Gece...



    Kumsalda idi minik kadın ve karanlıklardan geldi biri... Adı yoktu ete büründüğü bir kimliği de.. Saatlerce oturdular... bayım ona hikayeler anlattı en kadife sesiyle..Truva'ya yasladılar sırtlarını. Denizin tuzu tutundu bedenlerine. Karanlığa büründüler bir vakit. Gün ağarana kadar kayboldular denizde. Gün ışığıyla bitti düş "pofff" toz oldu zaman...

"Egenin balıkçı ve deniz kızı hikayesi vardı anlatmadan gittiği...oysa sözdü ..."

                                                                        ***

      Bir gün tanrıların evine kaçmışlar. Günün içine doğduğu tepedeki tapınakta bulmuşlar kendilerini. kente günün yorgunluğu çöktüğü bir vakit o koca koca sütunların arasında oturmuşlar. Kadife sesli rüzgar Apollon'un Daphne'ya aşkını anlatmış. Bir su perisinin kızına aşık Apollon.. okçuluğu yenik düşmüş Eros'a. Öyleki Erosun attığı bir ok aşkını hissizleştircektir. Ve olan olmuş artık Daphne kaçar Apollodan.. Tanrı babasının yardımıyla Defne ağacına döner Apollodan uzak ve hissiz kalır. Apollo aşkıyla defne yapraklarını baş tacı eder. Daphne'ye aşkını hiç unutmaz Sosuza dek onunla kalır Daphne. Tarihler boyu hep baş tacı olarak kalır...

13.8.12



Bazı bazı tatil böyle gitmekte...


Mesela....


Mesela bazen ben derme çatma eski bir kayıkta dalarım uzaklara hemde henüz ayaklarım suya değmemişken...

24.7.12

Ve...




Ve bu kadın gider... Geçen yıl bu vakitler nefes aldığım topraklara, İda'ya doğru yarın yol alıyorum. İşte tamda şu yukarıdaki anları yeniden yakalamaya gidiyorum. Bambaşka hikayelerle ( kafamda çektiğim fotoğraflar ve hikayeleri üzerine blogumu düzenleme fikri var) dönmek üzere bir kaç ay yokum, kendinize iyi bakın emi...

23.7.12

Denize doğru....

Okurken dinlenilesi şarkı; Deli Kızın Türküsü


İÇİMİZDEN EKSİLDİ

Artık heyecanlandırmıyor beni
garlar, peronlar, benzin istasyonları,
uykulu mola yerleri, yabancılıklar,
bilmediğin dağ rüzgarlarıyla ürpererek uyanmak
bir gece vakti, dalgın bakışmalar
sonra uykusuz sabahlarda indiğin sahil kasabası
daha gövdene uyanmadan serin tuz, kıştan kalma dalgalar

bir yerlerde beklediğini sandığımız büyük rüyalar
galiba artık heyecanlandırmıyor kimseyi
nicedir eksildi içimizden o çekip gitme duygusu
eski neşesine bir türlü kavuşamayan kalbim
saçıp savurdu buraya gelene kadar
içindeki şarkıları
şimdi gündelik hayatı sade gürültüsü, kuru düzeni kuşatırken
sessizliğimi
ardına sakladığım kelimeler
kadar bir hayat
ölmeden önce okunacak, yazılacak bir kaç kitap

MURATHAN MUNGAN


21.7.12

17.7.12

TAK TAK TAK


Tokmakta ses ,
Kapı önünde karanlık
Eşikten atlar yaşam,
Paspasında umut
Dışarısında hayat
.....
Ve siz bayım!!
son sürat yaşarken hayatı
ayrıntıları kaçırıyordunuz.
Gözlerini görmeden geçiyordu yaşam...

15.7.12

KAYIP

Evet evet hava sıcak ... haliyle takat kalmıyor yazı yazmaya. Geçen günlerin bir özetini geçeyim istedim.
Bir kaç günlüğüne çalışma fırsatı buldum. Maksat seneye es kaza mezun olmayı başarabilirsem ellerinde bir adet öz geçmiş bulunsun.
Şirket az biraz uzak olduğundan servis bilgileri mailime yollandı. Ben kaçırırım tee Esenyurt'u bulamam diye yediye doğru anca gelen servisi altı buçukta beklemeye başlayan tez canlı kişisi olarak ilk sabah beklemeye koyuldum. Şehirler arası otobüsün servis niyetine koyulduğu gerçeğiyle şaşırmış olarak bindim otobüse. Ha ilk günden doğru yerde inmeyi de başardım zira servis insanları saça saça adeta kendi ülkesini kurmuş şirketin büyük topraklarında ilerlemekteydi.
Güvenlik engellerini kart sorulmadan geçen genç Meriç görev alanını sorgulamaktaydı. Merkez binaya kadar sorulmamış olması da ilginç neyse ki biri bir dur ne işe geldin dedi de kapıya kimlik vermeden kartını almadan nası geldin sen buraya tribine bürünen güvenlik gurusu hatalarından ötürü yardım etti çalışacağım departmanı buldum. İnsan kaynakları çalışanları içten sıcak ve samimi insanlardı. O yüzden çalışırken fazla bocalamadım. Herkes ilgili ve yardımcıydı her konuda. İlk gün kaldı dört düşüncesiyle hızlı geçti. Diğer günlerde öyle erken kalkmaya alışık olmayan genç Meriç için uykulu ve rüya tadında geçti.
Bilmiyorum kaçıncı gündü; illaki kayıp ruh genç Meriç klişesinin gözler önüne serildiği kaybolma vakalarıma bir yenisi daha eklendi, servisle gidilen bir şirketti bulmakta dahi kayboldum. Aynı hat üzerinde gidip gelen bir diğer servis mevcutmuş. Ben her sabah olduğu gibi uyku mahmuru servisi beklemekteyken ilk gördüm servis kılıklı üzerinde firma adı yazılı otobüse atladım. Ama hissiyat farklı bir gariplik var... zaten ne vakit kaybolsam içimden bir zevzek konuşmakta gene yanlış otobüstesin diye. Uykulu beyinle fazla kaale almadım tabi zamanla yol aynı yol yüzler farklı hadi bakalım nere gidiyoruz diye yanlış otobüs tribine içten içe girdim. Herkes iniyordu bizim firmanın farklı kapısı herhalde diye bir güzel varılan noktada da inildi. Ben bulurum genel merkezi edasıyla kimseye bir şey sormadan kapıdan içeride girdim. Ne ilginçtir gene kart, kimlik sorulmadı. Fabrika kapısıymış ilerledim ilerledim bir kaç bina geçtim "bunu nasıl beceriyorum her seferinde" diye düşünmekte görünürdeki binaya girdim ve birine sordum. Ahh!! cevap içimdeki zevzeğin bastırdığım kahkahalarını duymama yetti. Semt dahi tutmuyor yanlış yere gelmişim. Gerisin geri geldiğim yolu göstererek kapıdan belirli saatlerde servis olduğu haberiyle Hoşdere nere Esenyurt nere ki koca koca yazmışlar servisin önüne kör müsün nidalarıyla servise doğru on dakika yürüdüm.
Genel merkeze gelip yerime geçtiğimde saat dokuzu bulmuştu. Ve evet bu absürt olay uyku mahmurluğuna sığınarak anlattım. Zira herkes nerede olduğumu merak etmişti. Diğer günler birbirinin aynı ve daha az kayıpla geçerken ben tam alışmışken bitti iş. Ortamı çalışma şartları iyi olan bir şirket ve çalışanına bu kadar çok değer veren bir başka bünye görmedim. Öyle bir şirket düşünün ki siz çok çalıştığınızda izin günleri hediye etsin. Bu ay çalışma saatlerini aşmışsınız falanca bey/hanım alın size bir iki gün izin diyen bir yönetim anlayışı var. Mülakata mı geliyorsunuz evinizden bir taksiye atlayın geliverin biz karşılarız yollarda değerli vaktiniz yitip gitmesin anlayışındalar. Velhasıl kelam sevilesi ve severek çalışılası bir yerdi..




Bunun dışında blogun konseptini değiştirme düşüncesindeyim bilahare bunun hakkında görüşlerinizi duymak ve tikkate almak isterim.

1.7.12

dipçik...


İç seslerin muhakemesini yapmaktaydım;
Bu kadarmıydı hayatın demekteydi biri,
Kurmacamıydı yazdıkları
n diyen oldu,
Ne özlemmiş bünyedeki o öyle bitmedi dediler,
Kimkudukki beklenen ve yahut terk eden diye merak ettiler...
Sahi suretinin yansıması bu mudur diye şaşıranlar oldu.
Devrik hayatımın cümlelerini sıraya koymaya çalışanlar vardı...

Sonra düşündüm;
Her an hüzünlü, derdin, tasanın bolca olduğu, gam- keder dolu, her daim özlem çeken, aşık, melankolik, hafif depresif seçmece bir bünyeyi hayal etti çoğu.
Yaşadıklarım bunlardan ibaret değil veya
tam olarak bunlar değildi. Biraz eksik, biraz fazla benden bağımsızlar diye düşündüm.
Ben benim olmayan acıları içselleştirdim benimkilerle yoğurdum, sahipsiz özlemleri nüfusuma geçirip benimkilerle beraber büyüttüm, gözden çıkarılan sevdaları gördüm karanlıkta arkalarını kolladım... korkusuz korkaktım ya hani biraz, kendi korkularıma dostlarımınkileri ekledim.
Ve buraya yazdım..
Çokça benim diyaloglarım var içinde keza yaşadıklarımda. Ama bir kısmı belki de senindir veya yanındakinin.
Hepi topu bir kez aşık olmuşken ve yalnızlığı tercih ederken, bir ömre bu kadar sevda sığmazdı...
İnsanlar hep gülen yüzümden bahsederken bu kadar keder fazlaydı bünyeye...
En sevdiklerimi her an yanımdan ayırmazken bu kadar çok özlem ağır gelirdi bana...


23.6.12

Ne güzeldir...

Bazen insanın içinden aynen böyle yapası geliyor...

20.6.12

Dikkat Mim!

Öncellikle Polyanna dan özür dilerim çok önce mimlemişti beni ve ben epeydir unutmuşum. İrituruncu balığın mimlemesiyle hatrladım. Topluca bu yazıdan cevaplamak istedim.

İlk mimim Polyanna dan Versatile Blogger ödülüyle gelmişti.

1. Ödülü vermek için 11 tane blog seçilmeliymiş.
Bu mimi okuyanlar sağ baştan sayın sayısı önemli değil yazmak isteyenler yazabilir.

2. Ödül verdiklerine haber vermem gerekiyormuş.
E yukarda ilan ettik haberide aldınız bu maddede çözülmüş oldu kendiliğinden

3. Kendinle ilgili istediğin yedi bilgiyi paylaşmalıymışsın okuyucularınla.
-Telefon kullanmaktan hoşlanmıyorum. İllaki bir yerlerde unutulur o telefon.
-Kindar bir yapım yoktur. İnsanlar ne yaparsa yapsın onlara karşı bir kin nefret duymuyorum. Sanırım en lanet huyum bu!
-Bisiklete binemem denge problemim vardır.
-Müzik dinlemeden uykuya dalamam. Zaten pek de uyumam.
-Sürekli didiştiğim bir ikiz kardeşim mevcuttur.
-Türk kahvesi içmediğim gün başıma ağrılar girer. Pek çok severim kendilerini.
-Marmara üniversitesi iktisadın demirbaşlarındayım. Bir türlü mezun edemediler.


4. Size ödül veren kişiye teşekkür etmeniz lazım;
Sevgili Polyanna'ya teşekkür ediyorum. Gecikme için beni affet canım :))

5. Son olarak Versatile Blogger Award logosunu ekleyiverin yazınıza;
Efenim yan tarafa bakınız...




İkinci mim İrituruncu balıktan geldi. Mim için teşşekür ederim. Takıntılarla ilgili mimimm işte cevaplar;

Takıntıların var mı yoksa kim takar takıntıları sallamışım dünyayı modunda mı yaşarsın hayatı...

Takıntılarım elbette var. Takıntım yok diyen birine rastlamadım, hayatın illaki bir yerinden yakalıyor takıntılar.
Dünyayı en sallamayan görünende dahi mevcuttur takıntı.

Mim konusu benim takıntılara gelirsek;
Niye her zaman geç kalır şu insan evladı diye düşünenlere gelsin bu takıntım...
Günlük sıradan sanırım hemen hemen herkeste mevcut olan bu takıntım evden çıkarken illaki her yeri kontrol
ederim ve dışarı çıktımda düşünürüm acaba bilgisayarı kapadım mı, kurutma makinesinin fişini çektim mi...
acaba kapıyı kilitledimmiye kadar gidiyor iş ve ben her seferinde geri dönüp kontrol ediyorum.

Bir diğer takıntım İstanbul'un su sıkıntısının sebebi olma ihtimalimi güçlendiriyor;
Yaz kış demeden her sabah illaki duş almak, havalar daha da sıcaklaştığında sabah akşam duş almak gibi
bir takıntım var. Ne menem bir takıntıdır. Arkadaşlarda kaldığımda ertesi gününü zor ettiğim zamanlar oluyor.

Bir diğeri ise meyvegillerin canını sıkıyor;
Yediğim meyvelerin çekirdeklerini sayma takıntım var. Birde tek mi çift mi diye tutuyorum içimden.
Yediği karpuzun çekirdeklerini sıra sıra tabağına dizen bir zat varsa o benim şaşırmayın.


Düşünürsek daha tonla çıkar takıntı. Ama nevrotik takıntılarım hiç olmadı. Olmasında, tadında hayatı çok fazla
engellemeyen, kişilere zarar vermeyen takıntılar kafi.
Yine yineliyorum bu mimi okuyupta cevaplamak isteyenler yazsın. Okunur, takıntıları düşündürmeye yöneliktir. :)

10.6.12

Ala

Her şeyin gri olduğu şu dünyada ne ola ki "aklarım şunlardır, karalarım bunlar..." diyeyim. Tüm renkler benimleyken...

(okurken dinlenilesi şarkı: what a wonderful world)

Paletimde itinayla topladığım renkler var. Ben onları delicesine biriktirdim. Gözümün değdiği her yerden, gönlümün gördüğü herkesten, aklın hayalin alabildiği her olaydan, kokusunu anımsadığım özlemlerimden, mutlu vakitlerden, içime işleyen tatsız zamanlardan... soluk alıp verdiğim her anın renginden bir parça çaldım. Koleksiyoner olmak değildi niyetim ama amatörlüktende öteye geçti ilgim. Beni ben yapan zamanlardan sürükledim renkleri... Yani ki beyazı ve siyahı daha doğarken öğrendim, kendimi bildim bileli vardı gökkuşağı ve ben üstüne ekledim geçişleri. Benim için biraz da bu baz renklerin dansıydı. Türü önemsiz, kıvamı bir ötekinden farksız temelde aynı güçten doğmuş birbirine bulaşabilen renklerdi. Farklıklarını göz ardı edip biri bir diğerine katılabiliyordu.
Eskiden resim de yapardım ya hani ben... Hiç bir şeyin tuvale yansıması tıpatıp aynı olmazdı, tıpkısını yapamazdım. Çiçeklerin hiç birinin alı al moru mor değildi. Hep başka bir renk var olurdu; aitsiz duran, benden geçen, benle öğütülmüş ve benim olan farklı renkler bulaşırdı...
Hal böyle olunca yaşamımdaki pek çok şeyi ben bile kesin çizgilerle ayırt edemiyorum. Öyle ki temel renklerde başkalaşmış durumda. Ama eminim dünya tüm renkleriyle bana katıldıkça güzel.

2.6.12

....



iyi gider şu vakit....

29.5.12

El Ele

Yol boyunca kafamda sorular-cevaplar, olması gerekenler olmayanlar ve gerçekleşenler ... öyleyse iett otobüslerinin camına yapışan nede çok soru var!?..

Yolda gelirken düşündüm; sorular beynimde uçuştu, kimi cümlelerim tutuştu , kimi göz bebeklerime işledi de kayboldu ve hepsi şu an yok. Otobüsten indim ve sanki onları orada bıraktım. Az birazını yanda ki yaşlı amcanın meraklı bakışlarında, bir kısmını biraz ötedeki çiftin cilveleşmelerinde ve yahut hemen ayakta duran kızların kikirdemesinde bıraktım. Kimbilir belki karşımda oturan adamın telefonuna işlediği mesajlara hapsoldu hepsi. Ama hiç biri bana kalmadı...
Beynimi boşaltmak istiyorum şuraya... o kadar dolu ki başım ağır geliyor omuzlarıma, oysa az önce taşımakta güçlük çeken ben değilmiş gibiyim. Dökecek kum bulamıyorum, kelimeler yerlerini bulamıyor bir türlü. Harflerin dansındayım ama ne yazık ki hiç biri el ele tutuşmuyor!

Bir bulut olsa...


Bulutları doldurdum bavuluma sana güneşli sabahlar kalsın İstanbul kardeş...


Not: Fotoğraf Rachel Dowda

17.5.12

Birikmişler...

-Başkalarının hayatına şöyle bir dokunup geçiyorsun.
dedi

-Onların hayatına dokunup geçerken, onlar benim hayatımın tam ortasından geçmiyor mu?
dedim.

Sonunda fark etti, aslında ne kadar çok delinmişim...
birikmişler ….
Hayatına teğet geçtiklerim olmuş; Farkına varamadıklarımdan yada fark edip kırmadan kırılmadan usulca çekip gittiklerim. Ben sadece Meriç olmak oyununu oynarken beni almış o çok sevdiği portakal bahçelerine koymuş. İçine sıkıştığım şu monolog eserimi hayatının piyesi yapmış. Beni bana anlatıyor ve hep kafamda ki senle bitiyor cümleleri.
Bana kafalarında ki ben hala ben olduğum için kızıyorlar. Değişmeyen bir tirad bu çünkü çok çok benden olup anlayınca kabulleniyorlar gerçeği. Gerisi laf-ü güzaf...

16.5.12

esti...




iyi giderdi hani buzul beyazın içinde...

15.5.12

Filgisayar

ah nasılda bir tanem imiş bilgisayarım, demir başıymış odamın yeni farkına vardım. Öyle böyle derken bilgisayarımı kuzenime verdim, gençler eğitime internetin büyülü kollarından uzak hasret kalmasın istedim. Lakin ona ikame olan bilgisayar bir türlü oluşmak bilmedi. Masa üstü bilgisayarından öte adeta bir fil edasında büyük olup bir türlü el kadar eski disklerimi kabullenemediğinden dolayı hasret kaldım bloguma, maillerime... Az biraz uzak kaldım o kadar can sıkıntısı yaşadım ki dün az daha ders çalışıyordum! Daha bugün kabullendi filgisayarla anlaşıyor gibiyiz bakalım bununda diğeri gibi bir on yıl gitmesi temennimiz..

bu süre zarfında çevreye veremediğim rahatsızlıktan dolayı özür dilerim, açık arayı kapatmakta üstüme yok. Takip ettiğim blogların bir kahvesini içerim artık...

2.5.12

Şu Sıralar Hayat;

Özlemle fotoğraflarına baktıkların gibi.. zaman hep birilerine ve yahut bir şeylere özlemle, hasretle geçiyor. Sen buğulu gözlerle yitip gidenlerin fotoğraflarına bakarsın, umutlarını kaybedersin, hayallerine teğet geçersin, başkalarının gözlerinde görürsün tanıdık mutluluğu ve belki onlara imrenirsinde ardından keşkeler seni kovalar. Öyle ki her keşkenin zamana dokunamadığınıda bilirsin başa sarar; ellerinde fotoğraflar, umutlarını kaybedersin ve hayallerinin yanından geçip gidersin… bu kısır döngüdeyken hep öncesini özleyerek sonrasını düşlersin ve bu arada sen küçülürken hasret çığ gibi büyür. Bazı bazı bir yerlerden tutunmak adına boşlukları doldurmaya çabalarsın. Sen zannedersin ki doluyor oysa farkında olmadan ufalıyorsundur. Sanki bu; yeri dolurulamayan koca koca boşlukları yok sayarak kendinden yediğini göz ardı etmektir, göz yummaktır eksik olmaya. Lakin her yarım giderken tamınıda götürüyordur ve aslında fark etmeden sen eksiliyorsundur… işte tüm mesele bu!

30.4.12

UYUSAM YA DİYORUM


Şu huzursuzluk hissiyatı geçsede

Yumsam gözlerimi sıkı sıkıya

Uyusam yılların verdiği yorgunlukla.

Çokta değil ya yaşım

Pahada hafif yükte ağır yılgınlığım geçse,

Uyusam ya diyorum…

Belki evveliyatı olmadan yaşarım

Sanki hiç gün olmamış gibi

Ayaklarım hiç yere basmamış ya

Şu nefesi ilk kez alıyormuşum diye

Uyusam ya diyorum…

İlk adımı atar gibi

Tökezleyerek, tutunarak sana…



dinlenilesi şarkı....

17.4.12

MİM




irituruncubalık tarafından mimlendik, bize de mime cevap vermek düşer;

1- Mesleğin seni mutlu ediyor mu?
Henüz her hangi bir meslek edindiğimi düşünmüyorum. Bir vakitler televizyona ardından internete düşen videodaki çocuk gibiyim " Ohuyomm ben ya ohuyom" diye notları sallamaktayım elimde. İktisat bölümünü sindire sindire okuyorum. Çıkışında ne olurum bilinmez...

2- Dilediğin meslek miydi?
İsteyerek seçtim bölümümü. Bir vakitler idari bilimler fakültesinin ayrıcalıklarına inanıyordum. Dilediğim meslekleri yelpazesinde barındıran bir bölüm. Ama hayatı fazlaca gelişi güzel yaşıyorum yani illaki şu* mesleği icra ederim diye hiç düşünmedim.

3- Yalnız mı yoksa ilişkide yaşamayı mı tercih ediyorsun?
Tercih meselesi değil bunlar gençler :)))
olursa içten içe tutunabileceğin, düşüncelerinde fazlaca yer edinip kalbinde de bulabildiğin biri elbet yalnız kalmayız...
lakin fazlaca yalnız kalıyorum... Ne vakit tutunsa birileri düşüncelerime kalbime düşmeden kovalıyorum bazı bazı onlar kaçıyor derken hepyek...

4- Tatsız durumlardan kaçmak için yalan söyler misin? Dürüst ol!
Bu birazda tatsız durumların kimin canını sıktığına bağlı. :))
ahh tamam dürüst olalım!! kim yalan söylemez ki. kimi der beyaz kimi der pembe her şekilde bunun adı yalanı meşrulaştırmaktır. Yani ki söylemiyorum diyen beri gelsin...
Fazla uzun boylu olmamak kaydıyla söylenir ki tatsızlıklar hafiflesin.

5- Yabancı dil konuşuyor musun?
Bir dil bir insan iki dil iki insan... vesvesesini geçelim dil bilmiyorsan işin yaş arkadaş. Çok iyi bilirim diye şuradan sallamaya lüzum yok :D ingilizce az buçuk konuşulur almanca üstün körü bilinir şu bünyede.

6- Rüyanda ki evde oturuyor musun? Taşınmak yada yurt dışına gitmek ister misin?
Rüyalarında ki ev nedir yahu. Rüyalarını bir ev üzerine kurar mı bir insan. :))
Tabi bahçesi olsun, ferah olsun içinde her bir şeyden olsun birde sevdiklerim olsun bundan iyisi...

7- Mobilya değiştirmeyi sever misin?
Uğraşılacak illaki bir şey bulunur evde. Yerleri değiştirilir olmadı boyanır kesilir biçilir modifiye edilir. Sürekli bir sirkülasyon içerisindedir evdeki eşyalar. Bundan bizimkilere gına gelir. Ben odama sararım derken geçinip gidiyoruz işte.

8- Çevreye hayvan korumaya hiç katkın var mı?
Aklıma düştükçe kapının önüne su koyarım bazı bazı yemek verdiğimde olur sokak hayvanlarına.

9- Televizyon ve film sever misin?
ahh! hemde delice.
Sıkı takip ettiğim dizilerim, defalarca izlediğim demir baş filmlerim ve mutlaka ki gittiğim çokça film festivali vardır. Takip ettiğim yönetmenler oyuncular vardır ki hiç bir filmini kaçırmam... şimdi anlaşılıyor sanırım o başta ki "ahh! hemde delice" nereden geliyor :)

10- Bırakmak istemediğin kötü huyların var mı?
memnuniyetinizi müdüre şikayetinizi bize yazın efendiler :))
illaki vardır huyun iyisi de kötüsü de lakin aklıma gelmedi biare yazarız.

11- Loto veya benzeri şans oyunu oynadınız mı?
bir zamanlar çok oynardı babam lotoyu. her hafta aynı kuponu yatırsaydı tuturacağına dair teorilerimi hiç dinlemedi. Bir kaç zaman eşlik ettik doldurduk bir iki kolon; ödül çıktığı görülmedi :))


bende tatlı blog ödüllerimi açıklıyorum;
mimlendinizz sorulara buyurun efendim




15.4.12

olay nedir?

üç nisanda doğmuşum ben bilog... sizin bilmediğiniz bir vakit işte... tekte doğmamışım üstelik ikizim vardır candan öte benim için... işte doğum haftası münasebetiyle birde doğum günüme sınav koyan zihniyet yüzünden ayrı kaldım bloglardan. Bu hafta sessizce takip ettim, yoğun günlerdi vaktim olmadı yazmaya... iyi ki doğmuşuz biz diyorumm


25.3.12

Karanlıkta Kaybolan Kadın Layla!!

Unutamadığı ve geçmişe armağan edemdikleriyle boğuşmaktan hırçınlaşmıştı. Alışıldık mekanlar, ortak dostlar varken üstelik onunla aynı havayı soluduğunu bilirken insan kolay kolay unutamıyordu da.
Demir kadar soğuktu layla. Vaktinde yanmıştı, kor alevler içinde dövülmüştüde. Artık hayatta kendi kınını kesecek bir kılıç kadar keskin köşeleri vardı. Kayıtsızdı her şeye. Kaçamak bir yaşamın içinde sıkışmıştı. Elini tutmuştu birisi tesellisine. Ahh Layla! Acı içindeyken ne kadar da saf ve yalındı bilemezsiniz. Ve göz yaşları bir başkası için akarken biri içindeki aşkı gördü. O biri hala sana yalvarıyor layla. Bu kadar kayıtsız ve soğuk olma diye.
Layla gururundan tüm gücüyle kaçabilir. Herkesten yalıtabilir kendini. Peki bir başına yalnız kaldığı vakit ne olur…

Şarkıyı dinliyordum ve aklıma bunları yazmak geldi. Ne vakit laylayı dinlesem birkaç sene öncesinden bir anı gözümde canlanır;

23.3.12

şu vakitler...

Az biraz okul tavında dövüleyim istedim. Geçen hafta bahar döneminin benim için ilk diğerleri için sınavdan önceki son dersleri olduğu için katılayım dedim. Ama genel geçer bir teoriyi atlamışım; "Meriç derse katılmaya lütfederse ders iptal olur"... Ve tabi ki iptal oldu ders. O yüzden perşembe günkü dersime gitmeyeyim de insanların eğitim hakkını ellerinden almayayım istedim. Öyle az biraz evde tv karşısında dizi peşinde oyun harcında yoğruldum azıcık kendimi dışarı attım dostlar meclisinde görüldüm derken geçti koca bir hafta.

Bu salıda gençlerin eğitim haklarını hiçe sayıp okula gittim. Gençlere korkulan olmadı. Yani dersin hocası geldi çokta iyi ders işledi. Uzatmalı yıllarımda olduğum için okula gitmeye eriniyordum ama fark ettim ki özlemişim ders dinlemeyi. Para talebi türleriydi ders. Bir ara iri büyük adam (boyundan değil konumundan olsa gerek bu tabir) derse teşvik amaçlı soru bile sordu. Üstüne üstlük o minik çelimsiz soruya değerde biçti. Ama tahmin edildiği üzre kimse elini kaldırmadı. Ben bu dersi milyon kere almış olmanın tecrübesiyle, bildiğim halde takıntılı ve ürkek beynimin sağ-sol lobunun ellerimi kontrol etmesi münasebetiyle cevap vermedim. İşlem,ihtiyat ve spekülasyon amaçlı para talebine örnek verin dediydi sanki amfide yankılanmamışta biz duymamışız gibi yaptık.

Ders bitti dağıldık. Atmlerin orada arkadaşlarla muhabbet ederkene iri büyük adam geldi para çekmeye. Sanki biraz küçülmüştü atmosferden olsa gerek. Beyin lobçuklarıma pekte ürkütücü gelmedi. Derste cevap veremeyen ben o laçkalıkla espri yaptım hocaya; " hocam, işlem amaçlı mı ihtiyat amaçlı mı!? deyip o gevşek gülümsemeyle baktım. Ve oda "işlem, işlem..." deyip gülümsedi.
Ahhh tanrım!! Tüm gün ne absürt bir insanım ünlemindeydim. olan 30puana oldu, giden gitti kalanlar bizimdir... kalın sağlıcakla

13.3.12

Güle Güle

Hangi perondan el sallanmaz ki gidene? Çok çok gideceksen eğer ardından el sallanmayacak terk edebileceğin bir yer bulmalısın. Çünkü bir elin iki yana anlamsızca salınmasından daha ötedir vedalar. Avuçların gideni uğurlarken elinin tersi set çeker önüne. (Hep mi elin tersi rast gelir insanın duygularına?!)

Ardından dökülen bir avuç suyun gideni daha çabuk geri getiremeyeceği gibi el sallayınca da “güle güle git” demene tezat güle güle göndermiş olmuyorsun sevdiklerini… Yerdeki su izinin kaybolmasından daha hızlı oluyor burukluk hissiyatı.

7.3.12

HAYALET

Bugün geçmişten günümüze gelen bir hayalet gördüm yolda… unutmuştum oysa onu.. tüm bilgileriyle silmiştim hafızamdan. Ama simaları hiç unutmam hemen tazelendi tüm anılar. Oysa unutmaya çalıştıklarım, unuttuğumu sandıklarım beynimde ve sildiğimi sandığım tüm kokular burnumun direğinde asılı kalmışlar. Hemen belli ettiler kendilerini. Bir titreme bir acı sormayın ben daha fark etmeden gözlerim doldu. Ve sustum…

Ben en çok sustuğumda korkar insanlar birde çokça konuşup güldüğümde. Çünkü bilirler susuyorsam bir nedeni vardır. Çok çok kırıldığımda susarım ben incindiğim de kelimeler barikat kurar boğazımda, dilim dönmez içimdekileri söylemeye. Bende istem dışı susarım bu reflekstir benim için. Tıpkı elini bir yere çarptığında hiç fark etmeden acı ünlemlerini dile getirmek gibidir bu; bir “Aaaahh”la anlatır insanlar içindeki acıyı bense susarım. Küçükken dudaklarım büzüşürdü, gözlerim dolardı öyle ki su dolu bir cam fanusun içinden izler gibi bakardım etrafa yine de küçük bir inleme dışında her hangi bir ünlem dökülmezdi dudaklarımdan. Yani hep böyleydim pekte değişen bir şey olmamış hayatımda.

Ben gene sustum gözlerim dolu dolu baktım otobüsün camından, dudaklarım büzüşmedi belki o kadar acımadı canım belki de çoktan büyümüştüm bilemem ama olmayan bir hayalet geçti gözlerimden tablolardan fırlamışçasına pastel gerçek olmayacak kadar güzeldi.

29.2.12

"...


Eskilerden bir yazım... üstte ki fotoğrafı görünce yeniden paylaşmak istedim. Şu vakitler "Umut" oyunu da bıraktı. Kim bilir belki de büyüyor...

UMUT

Gözlerimi yumdum, kollarımı her iki yana açtım. Sonsuz kadar geniş kocaman oldular, bekliyorum ve parmaklarımı hızlı hızlı çarpıyorum avuçlarıma Umut gell gell, Umuuut gel gel gelll.. Kahkahalarıyla atılıyor boynuma Umut Aferin Umut. Aferin benim minik umuduma”..

Umut henüz minik bir çocuk. Bu oynadığımız onun en sevdiği oyun. Hiç bıkmıyor bu oyundan. Onunla usanmadan, bıkmadan defalarce oynadık. O huzuru, sevgiyi, mutluluğu.. yaşamak adına ne varsa bende arıyor. Kısacası Umut yaşamı isteyip, kollarımda hayat buluyor. Ama her seferinde de kaçıyor kollarımdan. Kimi zaman istemeye istemeye gidiyor, kimi zamansa beğenmiyor sunulan hayatı da sıkılıp kaçıyor. Her seferinde ardından bakışıma aldırmadan minik adımlarla uzaklaşıyor. Muzip bir çocuk gibi arada gülümseyip önümden geçiyor. Neyse ki bir süre sonra özlüyor beni ve sımsıkı kapattırıyor gözlerimi ki aniden farkedilmeden gelebilsin. Tek bir sözüyle gözlerim yumuluyor ve gelmesini ümid ederek onu çağırıyorum. Adını benim ağzımdan işitmek isteyip. Nasılda sevildiğini, beklendiğini görmek için defalarca çağırmamı bekliyor. Kendimi gelişine hazırlıyorum ve kocaman açıyorum kollarımı. Biraz sonra koşa koşa gelip tekrar atılıyor kollarıma. Belliki yeni heycanlar keşfedilmiş. Şen kahkahalar duyuluyor umuttan. Sımsıkı sarılıyor boynuma. Öpücüklere boğuyorum umudu. Bir süre daha kıkırdıyor kollarımda. Minik elleri biraz daha sarılı kalıyor hayata. Sanki biraz mutlu oluyor yanımda yada biraz huzur hissediyor canımda. Bir süre daha benimle kalıp rahat duruyor kollarımda. Işıl ışıl gözleriyle gözlerimin içine bakıyor. O an mutluyum Umut yanımda ama biliyorum Umut birazdan huysuzlanacak ve tekrar kaçacak kollarımdan. Yinede tüm sevgimi ona veriyorum. Zaman geçiyor Umut huzursuzca kıpırdanmaya başlıyor. Belli ki Umut sıkılmış, oyun istiyor. Oyalayamıyorum yine kaçıp gidiyor kollarımdan. Buruk bir gülümsemeyle ardından bakıyorum. Bir süre sonra gözden kayboluyor. Umut arada kaybolmayı seviyor, ortalarda hiç gözükmüyor. Belki de uzun süre gözükmeyecek. Yaramaz çocuk misali dünyamın altını üstüne getirip ordan oraya koşuşturucak. Yeni heyecanlar keşfedinceye dek gelmeyecek.

Bense yeniden sımsıkı kapatacağım gözlerimi, kollarımı genişçe açıp “Umut gel gell, Umuuuut geell geeell gelll..” diyeceğim. Bunu o tekrar gelip hızla kollarıma atılıncaya dek yineleyeceğim. Belki bir vakit sonra soruda sorarım Umuuuutt nerdesiiinn? Gelll Umut gelll neredesin!?” Umut geri gelmek için kimbilir neyi bekliyor ama biliyorum Umut büyüyünceğe dek bu oyunu oynayacağız. Yaşamayı istedikçe geri gelecek. Hayatı bu gidip gelişlerde bulup, kayboluşlarında yitirecek. Hiç şüphe yok ki Umut her seferinde yaşama tekrar tutunacak.

23.2.12

Geldik ikinci mim'e
Siyah İnci cevaplamış kendi sorularını; seninkiler de merak içindedir elbet demiş bana da paslamış sorularını

1- En sevdiğin şey nedir? Nelerden hoşlanırsın?

Müzik dinlemeyi çok seviyorum. Her anına ayrı melodi uydurulan insanlardanım. Sürekli değişken bir fon müziği var beynimde, böyle alttan alttan sesini bir ben duyarım dilersem de yanımdakiler duyar.
Filmlere tutkunum. Sevdiklerimi defalarca izlediğim olur sayısını ben bile unuturum...

2- Bilgisayarda vakti nelere harcarsın?

Bilgisayarı şu sıralar eskiden yayınlanan ve sıkı takipçisi olduğum dizilerin bir tozunu almak için kullanıyorum. Bilgisayar başında vaktimi genelde dizi-film izleyerek, az biraz sosyal paylaşım sitelerini dolaşarak, yazı yazarak vede müzik dinleyerek geçiriyorum.

3- En sevdiğin filmler nelerdir, veya izlediğin ve hafızanda kalan veya kesinlikle izleyin dediğiniz?

Yabancı bir karma yapmak istedim;
Çok klişe olacak belki ama Leon'u pek bi severim. True Romance etkileyicidir. Jason Bourne sürükler gider. Befor Sunrise ve Before Sunset insanın yol hikayelerindeki rastlantısal aşklara bakış açısını değiştirir. Amelie insanın mutluluk perisinin fantastik kurgusuna alır. Gia'da Angelina Jolie yaşanmışlığın içindeki o drama hapseder seni sonlara doğru bir damla göz yaşı eşlik eder Pulp Fiction'da Tarantino'nun usta kalemi sürükler müzikler de güzel eşlik eder sana... Godfather'dı , Star Wars'tı, Lord Of the Rings'ti, Back to the Future'di çokça bahsedilen liste başlarını saymaya bile gerek yok. epey uzar gider listem.

4- Şu sıralar almak istediğiniz şeylerin listesini yapsanız, bunlar ne olurdu?

Şu sıralar deli gibi Pikap almak istiyorum. Plakları bakımı derken pek bi masraflı olur diye yanaşamıyorum.
Araba merakı da sarmış bulunmakta ehliyetim yok ama arabam olsun istiyorum.

5-Şu aralar en çok dinlediğiniz 3 şarkı?

Benim liste sürekli değişir... şu günlerde sezen, nazan ve ezginin günlüğü çalma listelerimle fazlaca vakit geçiriyorum.
bir de bir yerlerden dilime dolanan şarkılar var onları paylaşmak istedim;
seksenler dizisinden kaptığım bir şarkı Sen Aslı'dan da güzelsin
karaböcüğümün dilime dolandırdığı şarkı Sultanı Yegah
daha pek çok şarkı var ki uzar gider bu liste de epey yüklüce olur.


MİM'lendik...

hemde bir değil iki olmuş mimler...
ilk mim'im polyanna'dan;
Kesin ve net konuşmuş polly, haremini kur, oturt baş köşeye de sevdiceğini öyle gel karşıma demiş..
o vakit bir liste düşündüm ama bazen yakışıklılığına bazen karakterine odaklandım benim haremde anca bu olurdu...

Nejat İşler ... Bence oyuncu olarak ta tip olarak da sevilesi insan
Beyazıt Öztürk... Bir insan evladı bu kadar mı içten tatlı olur yahu!
Ozan Güven... Az biraz şaşı bakar o bile yeter sesi de etkileyicidir hani
Tom Welling... Lana Langi olmak ister gönül.. olmadı Lois'i olsakta olur
Jean Reno (namı diğer Leon)... Tipik özelliklerinden çok filimdeki karaktere aşığım
Rasim Başak... Ne alaka şu listeyle diyecek insan ama bir vakitler Fb'de basketçiydi akılda kalmış
Josh Duhamel... Boyu posu yerinde etkileyici bir oyuncudur severim dizilerini.
Adam Brody... Canlandırdığı karakterlerden mi ne samimi gelir, iyidir hoştur.
Cansel Elçin... Joshua Radnor... Sarp Levendoğlu... Neil Patrick Harrison...Engin Altan Düzyatan

uzar da gider bu liste.. o yüzden fazla bulaşmayayım

24.1.12

Mazi Kalbimde Bir Yaradır

Camı açmak istiyorum bir yudum nefes için..

Yorgun kırmızı gözlerime inat ağlamamak için yüzüme hava çarpmam lazım.

Yollar geçiyor hızla.. arabanın içindeydim İstanbul caddelerinde ilerliyorduk.

Arada yabancı gözler görüyordum bana bakan ama göremeyen.

Kuru bir sessizlik doluşmuştu içeriye.. pek çok kelime içimizde akarken susmuştuk.

Trafik sıkışıyor yabancı gözler artıyordu, midem bulanıyordu havasızlıktan.

Bir siyah poşete tutunuyor elim,

Kussam diyorum korkularımı..

Kussam ya gidipte seni bulamamayı…

Ama olmuyor kalbim çarpıntısından sıra vermiyordu mideme.

Nihayet geliyoruz senin ülkene.

Bastığın topraklar çim..çiçekler var, dallı budaklı ağaçlarla dolu

---ne kadar da yazık!! buralarıda terk etmiştin.

Daha önce görmemiştim böyle güzel yer oysa sen sahiptin tüm bunlara.

İpuçlarını bir araya topladık, sana tanıdık bana yabancı yüzler aradım binalarda

“bi haber?” diyordum. Bir haber verin nerededir şimdi o!!

Yok hiç haber yok senden…

Hissetmemiş insanların, belkide bilemediler kaybolacağını.

Titrek diz kapaklarımıda alıp bir ağacın dibine çöküşümü hatırlarım, gözlerim gene isyanlardaydı..

Önceki gece gidişine dair minik bir ipucu uğruna ihmal ettiğim mahremiyetin aklıma gelmişti..

Gene aynı titrek diz kapaklarıyla çalışma masasının önüne yığılmıştım.

Çekmecelerde sana dair ne varsa buğulu gözlerimin önündeydi.

Hazırlıksız çekip gitmiştin, her birini ardında bırakacak kadar terk etmiştin bizi.

Fotoğraflar, yazılar, filmler.. senin kırgınlıkların, düşlerin, özlemlerin, aşkların…

Yani sana dair yaşamda ne varsa oradaydı da bana yabancıydılar.

Saatlerce bakmıştım onlara. Bir iki mısra takılmıştı gözüme

Eski yıpranmış bir kağıt paranın üzerine yazılmıştı

Anlamı büyük anılarının yanında hatıra kutusunun içerisindeydi.

“… şimdi koş beni!!

Ölümleri alkışladık, yaşadık.

Yanlışlıkla yıktık bizim olan kentleri.

Bir öküzün boynuzunda salınırdı dünya

Bir dünün ayazları kokardı ve karışırdı hayata.

Şimdi koş/sana…

Gecikmiş bir çocuksun yalnızlığı arala

Daha küçük imgeler yakıştırıp kokuşmuşluğuna..

Boynuzunda Dünya taşıyan bir öküzüz aslında

Geriye saymaya başla!

Kusulan her günün ardında biz varız.

Tüfeklerimizden hançerlerimizden kan sızan yaralarımızla

Padişah süsü verdik karanlık korkulara.

Kusarak koş sığın ERTELENEN yarınlarına”

(halada unutmam bu dizeleri… kimin yazdığını bilmem niye yazdığını da öğrenmedim senden…)

...

Aylardan kasımdı, hani sıcak tutardı ya kırmızı kazağım üzerimde o vardı yinede tirtir titriyordum. Tıpkı ağacın dibinde olduğum gibi.

Daha sonraları hiç giyemedim o kazağı… çünkü bir daha beni ısıtamadı.

ben düşüncelere dalmışım bir vakit sonra "hadi gidiyoruz" dedi bir ses..

Çehren görülmüştü bir yerlerde.

Geldiğimizi anlatan minik bir kuş senin olan o diyarlardan sana doğru uçmuştu.

Yollar geçti yine gözümden. Ben hiç birinin farkına varamadım…

Öğleyi bulmuştu zaman. kavramı da yoktu ya zamanın

ama kalabalıklaşmıştı sokaklar öyle anımsıyorum o anı..

Kafamda binbir türlü cümleyle “ya…” ile bağlanan sorularla boğuşuyordum.

Gözlerim cam kesilmiş , ellerim soğuktu….

Onunla göz göze gelmiştik...

Sıkı sıkı sarıldı bana ve anca candan öte birinin diyebileceği sözleri sarf etmişti kulaklarıma;

“senin bir damla göz yaşına” diyordu.

Saçlarımı okşayarak devam edip

“..kıyamam. Merak etme güzelim, üzülme.. sana söz veriyorum bizimle dönecek. Daha fazla ağlama lütfen”

diye sesi titreyerek bitirimişti cümlelerini.

İri cüssesinden kalp atışlarının sesi yükseliyordu.

Boyum omuzlarına anca yetişirdi ya ,kalp atışlarını duyuyordum beynimde.

Korkuyordu… ama yinede bana güven veriyordu.

Beraber senin yanına doğru yürümüştük. O gün aslında sebepsiz olan sebepler konuşulmuştu.

Tam anımsayamıyorum konuşulanları da yüzün gitmemiş belleğimden.

Şaşkın fakat haksız bir gururun izinde tepkisizdin.

dik oturuyordun, belli ki uyuyabilmiştin gece,

yorgun değildin, hasta değildin... gözlerime bakarken.

oysa ki bana o zamandan hatıradır uykusuzluğum...

Soğukluğun engelliyordu bazı şeyleri yinede beraber dönmüştük eve…

İçten içe yeniden gideceğini bilerek kandırmıştık kendimizi.

Bağlanmıştık senin olmayan bir nedene…

8.1.12

Günlerden …

yine taksim güncesindeydi zaman

Hava soğuktu, çok çok soğuk

öyle ki

Tavşan kanı kimliğine bürünseydide çay ısıtmazdı içini…

Gözü gözüne değdiğinde anlamıştı kadın, yinede sustu.

Gözler tanıdıktı ya örülmedi saydı buz duvarları.

Titrek elleriyle bir sigara yaktı erkek, sonra sustu.

Kahvenin alışkanlığa büründüğü o yerdeydiler yine

Merdivenlerin hemen yanı hani köşe masadaydılar hep

Duvara sırtını dayamıştı kadın , oysaki tutunmuştu ona

Hani o duvarı ordan kaldırsan yavaşça çökerdi yere…

Karşısındaydı erkek, türlü türlü afişlerin olduğu duvarın hemen dibinde

Sessiz hava, kuru bir soğuk

Erkek öyle gelmişti maiyetiyle maiyetine

Böyle bilmişti kadın, bir daha sormadı…

Sesler titriyordu azıcık

Avuçlarındaki çay bardağında erimek isterdi kadın, yapamadı

Titreyen bedenini ısıtmak için sıkı sıkıya tuttu onu

Konuşurken yüzüne bakabiliordu erkek, hatta gözlerinin içine bile

Anlamsızca afişlere baktı kadın, donuk gözlerle sabit bir noktaya takıldı

“İNSAN”…

O vakit anımsadı ilk günü “ilk defa insanoğlundan vazgeçmesini istemişti erkek”

Erkek herkesten onun için vazgeçmesini dilemişti

Kadının kararlılığı uzatırken yolları bir ona tutunmuştu erkek

Onun avuçlarına üfleyen insanoğlu olmasın istemişti

Her biri kaybolmuştu o andan itibaren…

Uzun süreden beri birbirine karşıt iki fikrin arzulanmış dünyasındaydılar

Yani şimdikinden çok uzaktı bu hisler

Boğuk veda cümlelerini duymadı kadın

Yinelemedi erkek

-Bitti, dedi kadın

Soğukluğu onaylarcasına her hangi bir cümleye ait olmayan kısa bir bitti çıktı ağzından

Donuk bakışları yüzüne bile değmedi adamın

Titreyerek “İnsan”a bakıyordu kadın

5 daikika öncede sarılmak istiyordu erkek şimdi de…

Yapamadı kalktı yerinden, mağrur ve yenik

Donuk nemli bakışlar döndü yavaşça

Kadın boş duvarı gördüğünde parçalandı bardak avucunda

Sadece çay kaşığının minik tiz sesini işitti

Soğuktu hava, çok çok soğuk

Zaman aktı, dakikalar geçip gitti boş duvarda

Telvenin koyu kıvamında sohbeti hatırlanan insanoğlu geldi karşısına

-Nasılsın, nerelerdeydin …

diyemeden o donuk gözlerinden anladı adam

Tanıdık bir çehreyi görünce kendini bırakan nemi sol elinin tersiyle silerken kadın

Adamın gözleri sağ avucuna takıldı

Oturmamıştı henüz ayakta yanında dikiliydi

Adam dehşete düştü ne yapacağını bilmeden durdu öylece

Yine o donuk bakışlarla kadın ellerine baktı, tanıdıktı ıslak kırmızı olmasa…

Akıp giden kanları fark edip sağ avucunu

titremeden yavaşça açtı..

İrili ufaklı tüm cam parçaları döküldü kucağına

Biliyordu kadın, akıp gitmeliydi kan, sevdayıda alıp beraberinde götürmeliydi

Nem yerini göz yaşlarına bıraktı

Adam eğildi sarıldı, minik bir öpücük kondurdu başına

İnsanoğlu “geçicek” dedi ve saçlarını okşayarak yineledi “geçiçek…”

Oysa kadın kesiklerin acısını dahi hissetmiyordu

Yinede soğuktu hava, çok çok soğuk…

3.1.12

“Sen nasılsın”… Cevabını aslında çokda merak etmediğin sorulardan. Bencillik hakim; çok çok bahsettim kendimden peki sen nasılsın, aslında yoruldumda konuşmaktan belki sıkıldım anlatmaktan hani kelimelerin boğazı kurumuştur bir damla su ister yada arada es ister notalar öyle bir şey ya bu… olurda dinlerim belki yerde edinir aklımda ama öteye gitmez sorarım ve o orada havada asılı kalır cevaplarıyla anlamsızlığıyla durur öylece kimse üstüne almadıkça sahipsizdir tüm heceleriyle.

Oysa karşındaki anlatır kendini vurgularıyla… İyiyim der belki de iyi değildir. İşte ordaki “iyi” tanıdığın ama pekde konuşmadığın biriyle karşılaştığında kullandığın sıradan bir tanımdır. Sana nasılsın der sende iyiyim dersin. Bu yeterlidir bu yüzden senle konuşmayı sürdürmesine gerek kalmaz. Sonra kendini iyi hissedebilir çünkü soracak kadar düşünceli davranmıştır. Artık başka bir soru sormaya gerekte yoktur. Eğer gerçekten bir şeyler kötü olsaydı zaman ayırıp dinlemek istemesen bile dinlemek zorunda kalırdın. Oysa monolog olsun die iyi demiştir insan. Gerçekten merak edildiğin bir nasılsında çözülür o “iyi”… anlatsanda anlamıyacak birine yormazsın nefesini. Çünkü buna gerek yoktur. Ne kadar çok heceyi yanyana getirsende herhangi bir bağlaçla kelimeleri birbirine bağlasanda onun için anlam ifade etmez. Bir “iyi”yimden öteye gitmezdi cümleler. Tüm bunları geçtim…

pekiii “SENİ SORDUM SENİ!!! SEN NASILSIN?”

1.1.12

Yeni Bir Yılmış!

adet olduğu üzere yeni yıl yazısı yazmak lazım. benimkide anca bu kadar olur;

Yeni yıla yeni umutlarla değil eskilerini resetleyerek girdim. Meğer ne çok amaçlarında sapma olmuş... Yeni bir yılın eski yıldan götürdüğü bir şey olmadığı gibi yeni yıla kattığı bir şeylerde olmuyordu kandırıyorduk birbirimizi. Beni sana seni bana katması yetiyordu yeni bir güne işte o kadar!!


Sayfalar