15.12.11

GÖLGESİZMİSİN

Gölgesi olmalı insanın hayatta. Gölgesizlerden korkmalı insan. Geçmişi yoktur onların, düşünceleri anı yansıtır ve hep sonrasını düşünmekten öncesini hatırlamazlar. Gezgindirler yaşamda. Hani azıcık ruhuna dokunsa ve sen kendinden bir şeyler paylaşsan yük olur, hemen kaçarlar. Kendi gölgesizliğine inat senin gölgenin bir parçası olmak istemezler. Kimbilir belkide gölgesi olursun diye korkarlar.

Misal ışıklarıda yoktur onların. Karanlıkta yaşayan ruhları vardır. Zamanla o zifiri karanlığa alışırsında önünü gördüğünü zannedersin ya işte böyle bir şey yaşamları. Pek çok detayı atlayıp geçip giderken zamanda, çoğunun gölgesi olup da gölgesiz hayatta kalmaya çalışırlar. Kimseleri ardına katmamak gibi bu, anıları biriktirmemek gibi bu, çok sev(il)memek gibi belki bu… herşeyi çokça yaşayıpta hep en azını ardına yüklemek gibi. Gölgesiz diyoruz ya işte pekte seçilemiyorlar kalabalıkta. Kimin suretinden önce gölgesine bakarsın ki… Kalabalığın içinde fark edebilmek için küçük bir aydınlık al yanına. Azıcık körelmemiş hisler, belki biraz tecrübe ufakta olsa şüphe ama bence çokça akıl gerekli. Ya kör bir dilencinin gözleri varsa yanında. İşte o vakit çoğalıyorlar çığ gibi etrafında. Gölgesizler gölgelerin olur zamanla.

Benim ise gölgelerim var hayatta, boyumdan büyük. Bazen sokak lambasının titrek sarı ışığının yansıttığı kadar silikler ardımda. Gün geliyor o kadar çoğalıyorlar ki korkuyorum. Öyle oluyorki dört bir yandan ışıkların aydınlattığı bir yerdeyim her yanımda gölgem beliriyor. Yüzler, mekanlar, anılar... o kadar çok birikmiş o kadar benden olmuşlar ki gölgesiz olmayalım derken gölgelere karışmışız meğer.

27.11.11

Sahi nerede tanışmıştık biz seninle…

Her gün ilk kez tanışmış olmak için bırakıyorum seni zamana. Nerede tanışmıştık biz seninle sevgili.. Nerede dolaşmıştı ayaklarımız birbirine. Yada tekrar tekrar içilen hangi kahvenin içinde boğulmuştu sözcükler. Sigaranın dumanına sardığım gözleri nereye koymuştum, bilemedim şimdi ben tüm bunları.

Anımsayamıyorum çünkü her gün yeniden yazılan bir tarihi kestiremiyor insan. Zamanı sıfırlamak gibi tüm bunlar. Seninle olan her yeni güne sıfırdan başlamak bahsettiğim. Misal bugün yeniden tanışacağız seninle sonra bir diğer gün gelecek tekrar ilk görüş başlayacak. Her yeni güne seninle başlayıp akşamına senden vazgeçmem gibi hayat. İşte o yüzden sevgili her gün yeniden tanışıyoruz seninle. Her yeni günde yeniden aşık oluyorum çehrene. Mahremiyetini sakındığın dünyan benle bozulup, benle birlikte gömüldükçe güneşe, her gün tekrardan başa saracağız.

Zaman sıfırlanıyor da uslarımızın hali nedir bilinmez. Bir vakit sonra düşüncelerde uçuyor, hisler kalıyor geriye. Her gün yeniden sevebilmek için seni, kalbime soruyorum… “Bir güne daha varmısın onunla” diye. Hisler diyoruz ya sevgili, işte o hisler diyor bana tüm bunları….

26.11.11

Yum Gözlerini Sevgilim

Hadi baştan alalım zamanı…

dün gece her zamankinden daha erken uyurken, ben yine seni düşünmüş olayım.

Gün ışığından ne farkı var ki aymamış dünyanın bir anda aydınlanmasının. Ansızın noktalanıyor her şey kafada. Bir küçük zaman yetiyor günlerin ayların yapamadığına. Doludan alıp boşa, boştan alıp doluya kondurupta bir türlü sığmayan her şey halloluyor sen hiç fark etmeden.

Hallolmuş sayalım …

yani hiç olmamış tüm bunlar.

Kolaymış ya kurtulmak , gözlerini yumup yastığa başını koymak kadar kolay ya herşey… Yumduk gözlerimizi; bir çift gözün gördüğünü görmemiş saymakla bitiyorsa herşey bitti diyelim biz buna. Bitti derken sıkı sıkı yumulan o gözlerden neler geçtiğini bir biz bilelim.

Şişştt! sus söyleme sakın, kimse bilmesin istedim. Arada fısıldarken duyan duymuştur elbet.

Peki şimdi uyur taklidi yapan çocuklar gibi olmadıkmı? Biraz sonra tekrar açmıcakmış gibi sıkı sıkıya yummadıkmı gözlerimizi. Biraz sonra fark edilecek heyecanıyla geçiyor saniyeler. Kanımda dolaşan adrenalinin kızgınlığıyla atıyor kalbim.

Göz kapağının altında fır dönen iki deli göz bebeğinden öte gördüklerim.

Her anın belleğe kazınmışlığından çok sinen yansıması etkiler.

Yorganı başıma çekip döktüğüm göz yaşları gibi sevgilim. Onlarda gözlerim kapalıyken süzülüyor yanaklarımdan. Benim özlemlerim var rüyalarıma yansıyan. Hasretlerim var geceleri daha da ağırlaşan. Birde benim düşlerim vardı…

Şimdi yumalım gözlerimizi sevgilim!

11.11.11

Sebep...

Gereksiz hareketler bunlar. Misal yerli yersiz güldüğümü fark ettim bugün. Aşırı mutsuzluklarım bozulmuş, sebepsiz gamzeler oluşuyor dudaklarımın kenarında. İşin garibi sonradan fark ediyorsun tüm bunları. Bölük pörçük mutsuzluğu hep bir yere koymuşumdur. Sahi şimdi gitti mi hepsi!? Bu bakimidir bana kalan… Mutlumuyuz yani sebepsiz…

Bir şeyleri değiştirmeye gücüm olsa bu yazgıyı değiştirirdim. Sebepsiz mutluluklar zamanla değişir. Sen değişirsin, o değişir sonra bir bakmışsın o anlarda değişmiş; dudak kenarındaki gamzeler yerini buruk gülümsemelere vermiş ve adına hatıra dediklerimizin içine gömülmüş beyin. Bak tüm bunlar hiç istemeden oluyor. Görünmez bir elin yardımıyla gerçekleşiyor yıkım. En iyisi baştan alalım herşeyi… bekareti bozulmasın mutsuzlukların. Yerine yenileri eklenecekse hiç biri kımıldamasın yerinden. Sanki yarın gülmeyiversem dönebilirmiyim tekrar başa. Sanmam.. artık başladı kısırdöngü, engel olabilseydim değiştirmek istermiydim ki!? orası muamma.

Çoktan indirmişim gardımı toprağa. Hayatta yorgun bir şavaşçıdan daha tehlikelisi yoktur yada hayatta yorulduğunu fark eden kadar acizi yokmuş. Daha büyük yıkımlardan kaçmak için korunan harabeler benimkisi. Yerine yenileri eklenmesin diye savaşan bir ben biliyorum ki sormayın halimi.


okurken dinlenilesi şarkı; Tracy Chapman - Change

17.10.11

_ ÇoCuK_

Yaramazlık yapmış mahçup bir "çocuk" gibi yüzüme baktı ve dile geldi...

Olmadı bea çocuk bu hiç mi hiç iyi olmadı!

Şimdi paramparça olan çocuk düşlerdi benimkisi.Sadece benle kurulup senle yıkılan küçük bir düş...

Pat diye söylenmezdi bu çocuk. Bu kadarida olmadı!

Birbirine düşen dudaklarımdaki hecelerdi. İçimdekiler küstü hayata dile bile gelmediler...

Tebessüm edilmez buna çocuk! O an içim acıdı bu hiç iyi olmadı!

Bir gözüm gamzene takıldı bir diğeri ciddiyetine. Mutluydun ama mahçup...

Kizamadım sana çocuk. Yapamadım işte olmadı!

Büyük bir şangırtıyla içimdeki camlar aşağıya indi. Tüm bunlara rağmen sana gülümsedim...

Peki tüm bunlar ne içindi çocuk? Neden olmadı!?

Sanırım aradaki zaman ve yaşananlar büyük bir çelişkiydi. Ve yahut beyazdanda öte yalandı herşey...

***

Mahçup olma çocuk! Mutlu olduğun için yapma bana bunu, mahcubiyet işlenen suçlarda saklı ki telafisi imkansız. Bırak o bende saklı kalsın...

23.4.11

UMUT

Gözlerimi yumdum, kollarımı her iki yana açtım. Sonsuz kadar geniş kocaman oldular, bekliyorum ve parmaklarımı hızlı hızlı vuruyorum avuçlarıma “Umut gell gell, Umuuut gel gel gelll.. Kahkahalarıyla atılıyor boynuma Umut “ Aferin Umut. Aferin benim minik umuduma”..

Umut minik bir çocuk. Bu oynadığımız onun en sevdiği oyun. Hiç bıkmıyor bu oyundan. Onunla usanmadan, bıkmadan defalarce oynadık. O huzuru, sevgiyi, mutluluğu.. yaşamak adına ne varsa bende arıyor. Kısacası Umut yaşamı isteyip, kollarımda hayat buluyor. Ama Umut her seferinde kaçıyor kollarımdan. Kimi zaman istemeye istemeye gidiyor, kimi zamansa beğenmiyor sunulan hayatı sıkılıp kaçıyor. Her seferinde ardından bakışıma aldırmadan minik adımlarla uzaklaşıyor. Muzip bir çocuk gibi arada gülümseyip önümden geçiyor. Neyse ki bir süre sonra sıkılıyor, özlüyor beni ve sımsıkı kapattırıyor gözlerimi ki aniden farkedilmeden gelebilsin. Tek bir sözüyle gözlerim yumuluyor ve gelmesini ümid ederek onu çağırıyorum. Adını benim ağzımdan işitmek isteyip. Nasılda sevildiğini, beklendiğini görmek için defalarca çağırmamı bekliyor. Kendimi gelişine hazırlıyorum ve kocaman açıyorum kollarımı. Biraz sonra koşa koşa gelip tekrar atılıyor kollarıma. Belliki yeni heycanlar keşfedilmiş. Şen kahkahalar duyuluyor umuttan. Sımsıkı sarılıyor boynuma. Öpücüklere boğuyorum umudu. Bir süre daha kıkırdıyor kollarımda. Minik elleri biraz daha sarılı kalıyor hayata. Sanki biraz mutlu oluyor yanımda yada biraz huzur hissediyor canımda. Bir süre daha benimle kalıp rahat duruyor kollarımda. Işıl ışıl gözleriyle gözlerimin içine bakıyor. O an mutluyum Umut yanımda Ama biliyorum Umut birazdan huysuzlanacak ve tekrar kaçacak kollarımdan. Yinede tüm sevgimi ona veriyorum. Zaman geçiyor Umut huzursuzca kıpırdanmaya başlıyor. Belli ki Umut sıkılmış, oyun istiyor. Oyalayamıyorum yine kaçıp gidiyor kollarımdan. Buruk bir gülümsemeyle ardından bakıyorum. Bir süre sonra gözden kayboluyor. Umut arada kaybolmayı seviyor, ortalarda hiç gözükmüyor. Belkide uzun süre gözükmeyecek. Yaramaz çocuk misali dünyamın altını üstüne getirip ordan oraya koşuşturucak. Yeni heyecanlar keşfedinceye dek gelmeyecek.

Bense yeniden sımsıkı kapatacağım gözlerimi, kollarımı genişçe açıp “Umut gel gell, Umuuuut geell geeell gelll..” diyeceğim. Bunu o tekrar gelip hızla kollarıma atılıncaya dek yineleyeceğim. Belki bir vakit sonra soruda sorarım Umuuuutt nerdesiiinn? Gelll Umut gelll neredesin!?” Umut geri gelmek için kimbilir neyi bekliyor ama biliyorum Umut büyüyünceğe dek bu oyunu oynayacağız. Yaşamayı istedikçe geri gelecek. Hayatı bu gidip gelişlerde bulup, kayboluşlarında yitirecek. Hiç şüphe yok ki Umut her seferinde yaşama tekrar tutunacak.

17.4.11

... bir göç hikayesi...

GöÇ”

içimde sana dair göçler başladı. Haberciler geliyor “Gidiyorlar!” diyen.Sonra uzun bir sessizlik oluyor.Susuyorum “Ne yapılabilir ki?!” haberciler bu haberden usanmış gibi… sıkılmış gibi… bıkmış gibi… İçlerinden “Geçsene önlerine bea kadın!!!” ünlemleri geçiyor.Yine de bir şey diyemiyorlar yalnızlığa. O kıpırtısız duruyor perdenin arkasında , nefesini tutmuş izliyor duygu göçünü.Bu endişeli ve tedirgin bekleyiş; elleri önünde birleşmiş sessizce izliyor tüm olanları.

Geniş kalabalıkların uğultusu sarmış ortalığı, işitiliyor söylentiler.“ Kılı kıpırdamıyor” diyorlar.Kalbim ise delicesine atıyor yüksek duvarların ardında.Yanı başında seni tutanlar ecelden titredikçe o dahada hızlanıyor.Bir kuşun kanat çırpması kadar hızlı atıyor.Son bir ümit boynumdaki şalı doluyorum boyunlarına.Ölümün soğukluğu gelmiş yüzlerine, yetmiyor ısıtamıyorum yinede sana tutunamıyorum.Bir isyankar duygu atılıyor öne “Tut kollarından!” diyor. Belliki gitmek istemiyor bu diyarlardan.Yalvarırcasına bakıyor yüzüme.Tutulmuş bir dileğin tutulmadan önceki son hali gibi ürkek yineliyor “ Tut ellerinden ne olur…”.Ben “yapamam ki” diyemiyorum çünkü biliyorum yapabilirim kim bilir belki daha fazlası da yapılabilir.Ve bir yıldızın ışığını yitirip kaymadan önceki son hali gibi ışıl ışıl parlıyor gözlerim… ellerimi uzatıyorum sana ki çok geç, seni tutanlar bir bir yere yığılıyor.Dudaklarımdan tek bir sözcük dökülüyor “ HAYIRRR!..” daha binlercesi içimde yankılanırken bir bunu diyebiliyorum çünkü dudaklarım alev alıyor nefes alamıyorum.Ardından haberciler içeri giriyor “ Gittiler!” diyorlar. Bu sefer susamıyor yalnızlık hıçkıra hıçkıra ağlayarak “ Yine mi!?” diye sitem ediyor.Rüzgar delice esiyor savruluyor perdeler, fırtınanın uğultusu odayı dolduruyor.Kalbim kımıldamadan duruyor yıkıntılar arasında… kana boğmuş kendini ve gözlerim ışıkları arıyor. Oysa terk edilmiş bir şehrin lambaları yanmaz, elbet kapalı bir pencereden içeri ışıkta girmez…

Gitmesen güneşi tutardık evimizde. Belki küçük bir kaçamak yapardı gözlerimiz.Yitip gitmezdi an’lar, kimbilir belkide zamanı tasmasından yakalardık… Yada gelsen suç işlerdik veya bir suça son verirdik.Haberciler gelirdi “Geliyorlar!” diyen. Sonra hep birlikte duvarları yıkardık.Yalnızlık nereye saklanırdı bilemem ama elbette “Hoşça kal” diyip giderdi.Belkide yerini hiç bilmemek daha iyi olurdu… Eğer kalbimi sorarsan; gerçekleşmiş bir dileğin gerçekleşmeden önceki son hali gibi kah delicesine “DıpDıpDıpDıpDıp...” kah usulca “ dıpdıp dıpdıp dıpdıp…” diye atardı.

23.2.11

kuşlar...

Dünyanın her hangi bir yerinde kanatlanan sevda düşleri var. Beyaz güvercinlerin kanadında bulunan özgürlük ve barış. Küçük gövde gösterileri, sihirbazlık oyunları ve daha bir çok lüzumsuz şeyde kullanılmak üzere kafese kapatılan beyaz güvercinler kadar tutsak olduk hayata. Ne sihirbazın elleri yetti kaybolmaya nede özgürlüğü dillendirenler yetti kaderimizi bulmaya…

Sevgiliye kanatlanan kuşlar kadar haberci olamadık yaşamdan. Onlar kadar aşık olamadık gökyüzüne. Onlar kadar istemedik uçmayı ve bulamadık yolumuzu. Yada yükde hafif pahada ağır duyguları taşıyamadık sevgiliye. Oysa bir elin yumruğu kadar büyük değilmiydi kalbimiz? Kurşun kadar ağırlıyıyla yükler doldurduk içine. Yetmedi kanatlarımız uçmaktan vazgeçtik…

Taklacı güvercinler kadar atletik olamadık gökyüzünde. Korkar olduk yere çakılmaktan, öğretilmiş gerçekler için çabaladık. Öğretilmemişlerinde ise karşılığını alamadık. Ezberleri bozarken yenildik. Önce kanatlarımız dolandı sonra erken bastı karanlık öyleki göremez olduk gerçeği. Uçamadık geceye sonumuz oldu ışık...

Sayfalar