AH O MÜZEYYEN!
“Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku” #ilhamialgör
•••
“Neticede yine kapıyı göstermişlerdi bu kapıları tanıyordum kapanırken
enteresan sesler çıkarıyorlardı.” diyen kahramanımız, bazılarımızın içerisinde
var olan o aylak adamın Müzeyyene duyduğu aşkı yazmaya çalıştığı hikayenin
aslında hayat denen kurmaca olduğunu da çok güzel fark ettiriyor.
Mesela hepimiz görmüşüzdür “Sadri Alışık denilen hergelenin her filimde
ağladığını” belki biz de gıcığızdır ona hep gidenleri sevmesine ve onların
gitmesini mecburiyet gibi kabullenip özgürlüğüne bırakıp kendine ihanet
edişine... ama her seferinde yinede izlemiyor muyuz filmlerini!? Belki de bize
bizi anlattığındandır. Sizde benim gibi gidene aşkınızdan ölseniz de dur
demeyenlerdenseniz yolunuz illaki düşüyordur eski Türk filmlerine.
Bütün tekil şahısların mazisinde vardır; seninle her yere gelirim diyen
Müzeyyenler ve durduğu yerden çekip gitmelere başlayıp her döndüğünde
yabancılaşan... sahiden de öyleydi ve sonrasında gönül defterinin kapağında
kendi küllerinden yeniden doğan “aldırma gönül kuşunun resmi” oluşacaktı. Bir
daha yanılana yanana kadar bize usulca şarkılar söyleyecekti. Kırılıp dökülüp
sonra da avutulacaktık biraz ama yılmayacaktık gidenleri sevmekten.
Gerçekten de “Alnımızda her nevi yanık tedavi edilir mi yazıyordu? Nöbetçi
eczane mi açmıştık? Kaporta mı tamir ediyorduk? Niye?”... İste kahramanın
düşündüklerine benzer sorularla her seferinde sorguluyorduk yaraları...
Bunca çok yara varken merhemi niye bizdik!
Peki bizim yaralarımız?
Onları kim saracaktı?
Oysa o hikayesi bir "çıt" hissiyatıyla bitsin istiyordu.
Müzeyyen'in dediği gibi "his, hikayenin akışından mı besleniyordu, yoksa
ithal mi?" nerden geldiği ne olduğu bilinmez hiç işte. Ama öyle olmuyordu
kitaptaki hikaye Müzeyyenin gidişiyle öksüz bir yanı eksik yarım kalan
hikayelere dönüyor. Çıt sesi çok net duyuluyordu ama kabul
etmiyordu kimse.
Adam "her tam bir yarımın üst basamağıdır yani yarımda bir
bütündür" der.
Yarım kalmışları tüme tamamlarız...
-bitse ne olur,
bitmese ne?-