23.4.11

UMUT

Gözlerimi yumdum, kollarımı her iki yana açtım. Sonsuz kadar geniş kocaman oldular, bekliyorum ve parmaklarımı hızlı hızlı vuruyorum avuçlarıma “Umut gell gell, Umuuut gel gel gelll.. Kahkahalarıyla atılıyor boynuma Umut “ Aferin Umut. Aferin benim minik umuduma”..

Umut minik bir çocuk. Bu oynadığımız onun en sevdiği oyun. Hiç bıkmıyor bu oyundan. Onunla usanmadan, bıkmadan defalarce oynadık. O huzuru, sevgiyi, mutluluğu.. yaşamak adına ne varsa bende arıyor. Kısacası Umut yaşamı isteyip, kollarımda hayat buluyor. Ama Umut her seferinde kaçıyor kollarımdan. Kimi zaman istemeye istemeye gidiyor, kimi zamansa beğenmiyor sunulan hayatı sıkılıp kaçıyor. Her seferinde ardından bakışıma aldırmadan minik adımlarla uzaklaşıyor. Muzip bir çocuk gibi arada gülümseyip önümden geçiyor. Neyse ki bir süre sonra sıkılıyor, özlüyor beni ve sımsıkı kapattırıyor gözlerimi ki aniden farkedilmeden gelebilsin. Tek bir sözüyle gözlerim yumuluyor ve gelmesini ümid ederek onu çağırıyorum. Adını benim ağzımdan işitmek isteyip. Nasılda sevildiğini, beklendiğini görmek için defalarca çağırmamı bekliyor. Kendimi gelişine hazırlıyorum ve kocaman açıyorum kollarımı. Biraz sonra koşa koşa gelip tekrar atılıyor kollarıma. Belliki yeni heycanlar keşfedilmiş. Şen kahkahalar duyuluyor umuttan. Sımsıkı sarılıyor boynuma. Öpücüklere boğuyorum umudu. Bir süre daha kıkırdıyor kollarımda. Minik elleri biraz daha sarılı kalıyor hayata. Sanki biraz mutlu oluyor yanımda yada biraz huzur hissediyor canımda. Bir süre daha benimle kalıp rahat duruyor kollarımda. Işıl ışıl gözleriyle gözlerimin içine bakıyor. O an mutluyum Umut yanımda Ama biliyorum Umut birazdan huysuzlanacak ve tekrar kaçacak kollarımdan. Yinede tüm sevgimi ona veriyorum. Zaman geçiyor Umut huzursuzca kıpırdanmaya başlıyor. Belli ki Umut sıkılmış, oyun istiyor. Oyalayamıyorum yine kaçıp gidiyor kollarımdan. Buruk bir gülümsemeyle ardından bakıyorum. Bir süre sonra gözden kayboluyor. Umut arada kaybolmayı seviyor, ortalarda hiç gözükmüyor. Belkide uzun süre gözükmeyecek. Yaramaz çocuk misali dünyamın altını üstüne getirip ordan oraya koşuşturucak. Yeni heyecanlar keşfedinceye dek gelmeyecek.

Bense yeniden sımsıkı kapatacağım gözlerimi, kollarımı genişçe açıp “Umut gel gell, Umuuuut geell geeell gelll..” diyeceğim. Bunu o tekrar gelip hızla kollarıma atılıncaya dek yineleyeceğim. Belki bir vakit sonra soruda sorarım Umuuuutt nerdesiiinn? Gelll Umut gelll neredesin!?” Umut geri gelmek için kimbilir neyi bekliyor ama biliyorum Umut büyüyünceğe dek bu oyunu oynayacağız. Yaşamayı istedikçe geri gelecek. Hayatı bu gidip gelişlerde bulup, kayboluşlarında yitirecek. Hiç şüphe yok ki Umut her seferinde yaşama tekrar tutunacak.

17.4.11

... bir göç hikayesi...

GöÇ”

içimde sana dair göçler başladı. Haberciler geliyor “Gidiyorlar!” diyen.Sonra uzun bir sessizlik oluyor.Susuyorum “Ne yapılabilir ki?!” haberciler bu haberden usanmış gibi… sıkılmış gibi… bıkmış gibi… İçlerinden “Geçsene önlerine bea kadın!!!” ünlemleri geçiyor.Yine de bir şey diyemiyorlar yalnızlığa. O kıpırtısız duruyor perdenin arkasında , nefesini tutmuş izliyor duygu göçünü.Bu endişeli ve tedirgin bekleyiş; elleri önünde birleşmiş sessizce izliyor tüm olanları.

Geniş kalabalıkların uğultusu sarmış ortalığı, işitiliyor söylentiler.“ Kılı kıpırdamıyor” diyorlar.Kalbim ise delicesine atıyor yüksek duvarların ardında.Yanı başında seni tutanlar ecelden titredikçe o dahada hızlanıyor.Bir kuşun kanat çırpması kadar hızlı atıyor.Son bir ümit boynumdaki şalı doluyorum boyunlarına.Ölümün soğukluğu gelmiş yüzlerine, yetmiyor ısıtamıyorum yinede sana tutunamıyorum.Bir isyankar duygu atılıyor öne “Tut kollarından!” diyor. Belliki gitmek istemiyor bu diyarlardan.Yalvarırcasına bakıyor yüzüme.Tutulmuş bir dileğin tutulmadan önceki son hali gibi ürkek yineliyor “ Tut ellerinden ne olur…”.Ben “yapamam ki” diyemiyorum çünkü biliyorum yapabilirim kim bilir belki daha fazlası da yapılabilir.Ve bir yıldızın ışığını yitirip kaymadan önceki son hali gibi ışıl ışıl parlıyor gözlerim… ellerimi uzatıyorum sana ki çok geç, seni tutanlar bir bir yere yığılıyor.Dudaklarımdan tek bir sözcük dökülüyor “ HAYIRRR!..” daha binlercesi içimde yankılanırken bir bunu diyebiliyorum çünkü dudaklarım alev alıyor nefes alamıyorum.Ardından haberciler içeri giriyor “ Gittiler!” diyorlar. Bu sefer susamıyor yalnızlık hıçkıra hıçkıra ağlayarak “ Yine mi!?” diye sitem ediyor.Rüzgar delice esiyor savruluyor perdeler, fırtınanın uğultusu odayı dolduruyor.Kalbim kımıldamadan duruyor yıkıntılar arasında… kana boğmuş kendini ve gözlerim ışıkları arıyor. Oysa terk edilmiş bir şehrin lambaları yanmaz, elbet kapalı bir pencereden içeri ışıkta girmez…

Gitmesen güneşi tutardık evimizde. Belki küçük bir kaçamak yapardı gözlerimiz.Yitip gitmezdi an’lar, kimbilir belkide zamanı tasmasından yakalardık… Yada gelsen suç işlerdik veya bir suça son verirdik.Haberciler gelirdi “Geliyorlar!” diyen. Sonra hep birlikte duvarları yıkardık.Yalnızlık nereye saklanırdı bilemem ama elbette “Hoşça kal” diyip giderdi.Belkide yerini hiç bilmemek daha iyi olurdu… Eğer kalbimi sorarsan; gerçekleşmiş bir dileğin gerçekleşmeden önceki son hali gibi kah delicesine “DıpDıpDıpDıpDıp...” kah usulca “ dıpdıp dıpdıp dıpdıp…” diye atardı.

Sayfalar