24.1.12

Mazi Kalbimde Bir Yaradır

Camı açmak istiyorum bir yudum nefes için..

Yorgun kırmızı gözlerime inat ağlamamak için yüzüme hava çarpmam lazım.

Yollar geçiyor hızla.. arabanın içindeydim İstanbul caddelerinde ilerliyorduk.

Arada yabancı gözler görüyordum bana bakan ama göremeyen.

Kuru bir sessizlik doluşmuştu içeriye.. pek çok kelime içimizde akarken susmuştuk.

Trafik sıkışıyor yabancı gözler artıyordu, midem bulanıyordu havasızlıktan.

Bir siyah poşete tutunuyor elim,

Kussam diyorum korkularımı..

Kussam ya gidipte seni bulamamayı…

Ama olmuyor kalbim çarpıntısından sıra vermiyordu mideme.

Nihayet geliyoruz senin ülkene.

Bastığın topraklar çim..çiçekler var, dallı budaklı ağaçlarla dolu

---ne kadar da yazık!! buralarıda terk etmiştin.

Daha önce görmemiştim böyle güzel yer oysa sen sahiptin tüm bunlara.

İpuçlarını bir araya topladık, sana tanıdık bana yabancı yüzler aradım binalarda

“bi haber?” diyordum. Bir haber verin nerededir şimdi o!!

Yok hiç haber yok senden…

Hissetmemiş insanların, belkide bilemediler kaybolacağını.

Titrek diz kapaklarımıda alıp bir ağacın dibine çöküşümü hatırlarım, gözlerim gene isyanlardaydı..

Önceki gece gidişine dair minik bir ipucu uğruna ihmal ettiğim mahremiyetin aklıma gelmişti..

Gene aynı titrek diz kapaklarıyla çalışma masasının önüne yığılmıştım.

Çekmecelerde sana dair ne varsa buğulu gözlerimin önündeydi.

Hazırlıksız çekip gitmiştin, her birini ardında bırakacak kadar terk etmiştin bizi.

Fotoğraflar, yazılar, filmler.. senin kırgınlıkların, düşlerin, özlemlerin, aşkların…

Yani sana dair yaşamda ne varsa oradaydı da bana yabancıydılar.

Saatlerce bakmıştım onlara. Bir iki mısra takılmıştı gözüme

Eski yıpranmış bir kağıt paranın üzerine yazılmıştı

Anlamı büyük anılarının yanında hatıra kutusunun içerisindeydi.

“… şimdi koş beni!!

Ölümleri alkışladık, yaşadık.

Yanlışlıkla yıktık bizim olan kentleri.

Bir öküzün boynuzunda salınırdı dünya

Bir dünün ayazları kokardı ve karışırdı hayata.

Şimdi koş/sana…

Gecikmiş bir çocuksun yalnızlığı arala

Daha küçük imgeler yakıştırıp kokuşmuşluğuna..

Boynuzunda Dünya taşıyan bir öküzüz aslında

Geriye saymaya başla!

Kusulan her günün ardında biz varız.

Tüfeklerimizden hançerlerimizden kan sızan yaralarımızla

Padişah süsü verdik karanlık korkulara.

Kusarak koş sığın ERTELENEN yarınlarına”

(halada unutmam bu dizeleri… kimin yazdığını bilmem niye yazdığını da öğrenmedim senden…)

...

Aylardan kasımdı, hani sıcak tutardı ya kırmızı kazağım üzerimde o vardı yinede tirtir titriyordum. Tıpkı ağacın dibinde olduğum gibi.

Daha sonraları hiç giyemedim o kazağı… çünkü bir daha beni ısıtamadı.

ben düşüncelere dalmışım bir vakit sonra "hadi gidiyoruz" dedi bir ses..

Çehren görülmüştü bir yerlerde.

Geldiğimizi anlatan minik bir kuş senin olan o diyarlardan sana doğru uçmuştu.

Yollar geçti yine gözümden. Ben hiç birinin farkına varamadım…

Öğleyi bulmuştu zaman. kavramı da yoktu ya zamanın

ama kalabalıklaşmıştı sokaklar öyle anımsıyorum o anı..

Kafamda binbir türlü cümleyle “ya…” ile bağlanan sorularla boğuşuyordum.

Gözlerim cam kesilmiş , ellerim soğuktu….

Onunla göz göze gelmiştik...

Sıkı sıkı sarıldı bana ve anca candan öte birinin diyebileceği sözleri sarf etmişti kulaklarıma;

“senin bir damla göz yaşına” diyordu.

Saçlarımı okşayarak devam edip

“..kıyamam. Merak etme güzelim, üzülme.. sana söz veriyorum bizimle dönecek. Daha fazla ağlama lütfen”

diye sesi titreyerek bitirimişti cümlelerini.

İri cüssesinden kalp atışlarının sesi yükseliyordu.

Boyum omuzlarına anca yetişirdi ya ,kalp atışlarını duyuyordum beynimde.

Korkuyordu… ama yinede bana güven veriyordu.

Beraber senin yanına doğru yürümüştük. O gün aslında sebepsiz olan sebepler konuşulmuştu.

Tam anımsayamıyorum konuşulanları da yüzün gitmemiş belleğimden.

Şaşkın fakat haksız bir gururun izinde tepkisizdin.

dik oturuyordun, belli ki uyuyabilmiştin gece,

yorgun değildin, hasta değildin... gözlerime bakarken.

oysa ki bana o zamandan hatıradır uykusuzluğum...

Soğukluğun engelliyordu bazı şeyleri yinede beraber dönmüştük eve…

İçten içe yeniden gideceğini bilerek kandırmıştık kendimizi.

Bağlanmıştık senin olmayan bir nedene…

8.1.12

Günlerden …

yine taksim güncesindeydi zaman

Hava soğuktu, çok çok soğuk

öyle ki

Tavşan kanı kimliğine bürünseydide çay ısıtmazdı içini…

Gözü gözüne değdiğinde anlamıştı kadın, yinede sustu.

Gözler tanıdıktı ya örülmedi saydı buz duvarları.

Titrek elleriyle bir sigara yaktı erkek, sonra sustu.

Kahvenin alışkanlığa büründüğü o yerdeydiler yine

Merdivenlerin hemen yanı hani köşe masadaydılar hep

Duvara sırtını dayamıştı kadın , oysaki tutunmuştu ona

Hani o duvarı ordan kaldırsan yavaşça çökerdi yere…

Karşısındaydı erkek, türlü türlü afişlerin olduğu duvarın hemen dibinde

Sessiz hava, kuru bir soğuk

Erkek öyle gelmişti maiyetiyle maiyetine

Böyle bilmişti kadın, bir daha sormadı…

Sesler titriyordu azıcık

Avuçlarındaki çay bardağında erimek isterdi kadın, yapamadı

Titreyen bedenini ısıtmak için sıkı sıkıya tuttu onu

Konuşurken yüzüne bakabiliordu erkek, hatta gözlerinin içine bile

Anlamsızca afişlere baktı kadın, donuk gözlerle sabit bir noktaya takıldı

“İNSAN”…

O vakit anımsadı ilk günü “ilk defa insanoğlundan vazgeçmesini istemişti erkek”

Erkek herkesten onun için vazgeçmesini dilemişti

Kadının kararlılığı uzatırken yolları bir ona tutunmuştu erkek

Onun avuçlarına üfleyen insanoğlu olmasın istemişti

Her biri kaybolmuştu o andan itibaren…

Uzun süreden beri birbirine karşıt iki fikrin arzulanmış dünyasındaydılar

Yani şimdikinden çok uzaktı bu hisler

Boğuk veda cümlelerini duymadı kadın

Yinelemedi erkek

-Bitti, dedi kadın

Soğukluğu onaylarcasına her hangi bir cümleye ait olmayan kısa bir bitti çıktı ağzından

Donuk bakışları yüzüne bile değmedi adamın

Titreyerek “İnsan”a bakıyordu kadın

5 daikika öncede sarılmak istiyordu erkek şimdi de…

Yapamadı kalktı yerinden, mağrur ve yenik

Donuk nemli bakışlar döndü yavaşça

Kadın boş duvarı gördüğünde parçalandı bardak avucunda

Sadece çay kaşığının minik tiz sesini işitti

Soğuktu hava, çok çok soğuk

Zaman aktı, dakikalar geçip gitti boş duvarda

Telvenin koyu kıvamında sohbeti hatırlanan insanoğlu geldi karşısına

-Nasılsın, nerelerdeydin …

diyemeden o donuk gözlerinden anladı adam

Tanıdık bir çehreyi görünce kendini bırakan nemi sol elinin tersiyle silerken kadın

Adamın gözleri sağ avucuna takıldı

Oturmamıştı henüz ayakta yanında dikiliydi

Adam dehşete düştü ne yapacağını bilmeden durdu öylece

Yine o donuk bakışlarla kadın ellerine baktı, tanıdıktı ıslak kırmızı olmasa…

Akıp giden kanları fark edip sağ avucunu

titremeden yavaşça açtı..

İrili ufaklı tüm cam parçaları döküldü kucağına

Biliyordu kadın, akıp gitmeliydi kan, sevdayıda alıp beraberinde götürmeliydi

Nem yerini göz yaşlarına bıraktı

Adam eğildi sarıldı, minik bir öpücük kondurdu başına

İnsanoğlu “geçicek” dedi ve saçlarını okşayarak yineledi “geçiçek…”

Oysa kadın kesiklerin acısını dahi hissetmiyordu

Yinede soğuktu hava, çok çok soğuk…

3.1.12

“Sen nasılsın”… Cevabını aslında çokda merak etmediğin sorulardan. Bencillik hakim; çok çok bahsettim kendimden peki sen nasılsın, aslında yoruldumda konuşmaktan belki sıkıldım anlatmaktan hani kelimelerin boğazı kurumuştur bir damla su ister yada arada es ister notalar öyle bir şey ya bu… olurda dinlerim belki yerde edinir aklımda ama öteye gitmez sorarım ve o orada havada asılı kalır cevaplarıyla anlamsızlığıyla durur öylece kimse üstüne almadıkça sahipsizdir tüm heceleriyle.

Oysa karşındaki anlatır kendini vurgularıyla… İyiyim der belki de iyi değildir. İşte ordaki “iyi” tanıdığın ama pekde konuşmadığın biriyle karşılaştığında kullandığın sıradan bir tanımdır. Sana nasılsın der sende iyiyim dersin. Bu yeterlidir bu yüzden senle konuşmayı sürdürmesine gerek kalmaz. Sonra kendini iyi hissedebilir çünkü soracak kadar düşünceli davranmıştır. Artık başka bir soru sormaya gerekte yoktur. Eğer gerçekten bir şeyler kötü olsaydı zaman ayırıp dinlemek istemesen bile dinlemek zorunda kalırdın. Oysa monolog olsun die iyi demiştir insan. Gerçekten merak edildiğin bir nasılsında çözülür o “iyi”… anlatsanda anlamıyacak birine yormazsın nefesini. Çünkü buna gerek yoktur. Ne kadar çok heceyi yanyana getirsende herhangi bir bağlaçla kelimeleri birbirine bağlasanda onun için anlam ifade etmez. Bir “iyi”yimden öteye gitmezdi cümleler. Tüm bunları geçtim…

pekiii “SENİ SORDUM SENİ!!! SEN NASILSIN?”

1.1.12

Yeni Bir Yılmış!

adet olduğu üzere yeni yıl yazısı yazmak lazım. benimkide anca bu kadar olur;

Yeni yıla yeni umutlarla değil eskilerini resetleyerek girdim. Meğer ne çok amaçlarında sapma olmuş... Yeni bir yılın eski yıldan götürdüğü bir şey olmadığı gibi yeni yıla kattığı bir şeylerde olmuyordu kandırıyorduk birbirimizi. Beni sana seni bana katması yetiyordu yeni bir güne işte o kadar!!


Sayfalar