29.5.12

El Ele

Yol boyunca kafamda sorular-cevaplar, olması gerekenler olmayanlar ve gerçekleşenler ... öyleyse iett otobüslerinin camına yapışan nede çok soru var!?..

Yolda gelirken düşündüm; sorular beynimde uçuştu, kimi cümlelerim tutuştu , kimi göz bebeklerime işledi de kayboldu ve hepsi şu an yok. Otobüsten indim ve sanki onları orada bıraktım. Az birazını yanda ki yaşlı amcanın meraklı bakışlarında, bir kısmını biraz ötedeki çiftin cilveleşmelerinde ve yahut hemen ayakta duran kızların kikirdemesinde bıraktım. Kimbilir belki karşımda oturan adamın telefonuna işlediği mesajlara hapsoldu hepsi. Ama hiç biri bana kalmadı...
Beynimi boşaltmak istiyorum şuraya... o kadar dolu ki başım ağır geliyor omuzlarıma, oysa az önce taşımakta güçlük çeken ben değilmiş gibiyim. Dökecek kum bulamıyorum, kelimeler yerlerini bulamıyor bir türlü. Harflerin dansındayım ama ne yazık ki hiç biri el ele tutuşmuyor!

Bir bulut olsa...


Bulutları doldurdum bavuluma sana güneşli sabahlar kalsın İstanbul kardeş...


Not: Fotoğraf Rachel Dowda

17.5.12

Birikmişler...

-Başkalarının hayatına şöyle bir dokunup geçiyorsun.
dedi

-Onların hayatına dokunup geçerken, onlar benim hayatımın tam ortasından geçmiyor mu?
dedim.

Sonunda fark etti, aslında ne kadar çok delinmişim...
birikmişler ….
Hayatına teğet geçtiklerim olmuş; Farkına varamadıklarımdan yada fark edip kırmadan kırılmadan usulca çekip gittiklerim. Ben sadece Meriç olmak oyununu oynarken beni almış o çok sevdiği portakal bahçelerine koymuş. İçine sıkıştığım şu monolog eserimi hayatının piyesi yapmış. Beni bana anlatıyor ve hep kafamda ki senle bitiyor cümleleri.
Bana kafalarında ki ben hala ben olduğum için kızıyorlar. Değişmeyen bir tirad bu çünkü çok çok benden olup anlayınca kabulleniyorlar gerçeği. Gerisi laf-ü güzaf...

16.5.12

esti...




iyi giderdi hani buzul beyazın içinde...

15.5.12

Filgisayar

ah nasılda bir tanem imiş bilgisayarım, demir başıymış odamın yeni farkına vardım. Öyle böyle derken bilgisayarımı kuzenime verdim, gençler eğitime internetin büyülü kollarından uzak hasret kalmasın istedim. Lakin ona ikame olan bilgisayar bir türlü oluşmak bilmedi. Masa üstü bilgisayarından öte adeta bir fil edasında büyük olup bir türlü el kadar eski disklerimi kabullenemediğinden dolayı hasret kaldım bloguma, maillerime... Az biraz uzak kaldım o kadar can sıkıntısı yaşadım ki dün az daha ders çalışıyordum! Daha bugün kabullendi filgisayarla anlaşıyor gibiyiz bakalım bununda diğeri gibi bir on yıl gitmesi temennimiz..

bu süre zarfında çevreye veremediğim rahatsızlıktan dolayı özür dilerim, açık arayı kapatmakta üstüme yok. Takip ettiğim blogların bir kahvesini içerim artık...

2.5.12

Şu Sıralar Hayat;

Özlemle fotoğraflarına baktıkların gibi.. zaman hep birilerine ve yahut bir şeylere özlemle, hasretle geçiyor. Sen buğulu gözlerle yitip gidenlerin fotoğraflarına bakarsın, umutlarını kaybedersin, hayallerine teğet geçersin, başkalarının gözlerinde görürsün tanıdık mutluluğu ve belki onlara imrenirsinde ardından keşkeler seni kovalar. Öyle ki her keşkenin zamana dokunamadığınıda bilirsin başa sarar; ellerinde fotoğraflar, umutlarını kaybedersin ve hayallerinin yanından geçip gidersin… bu kısır döngüdeyken hep öncesini özleyerek sonrasını düşlersin ve bu arada sen küçülürken hasret çığ gibi büyür. Bazı bazı bir yerlerden tutunmak adına boşlukları doldurmaya çabalarsın. Sen zannedersin ki doluyor oysa farkında olmadan ufalıyorsundur. Sanki bu; yeri dolurulamayan koca koca boşlukları yok sayarak kendinden yediğini göz ardı etmektir, göz yummaktır eksik olmaya. Lakin her yarım giderken tamınıda götürüyordur ve aslında fark etmeden sen eksiliyorsundur… işte tüm mesele bu!

Sayfalar