17.10.10

Acı Bir Tad


Uzun süredir görmüyordu o yüzden heyecanlıydı ve zamanında en yakınında o değilmiş gibi ürkek gitti yanına. Dar vakitlerden biriydi ve ona zaman yaratmıştı.


Kronos'un eli gibi kum saatindeki kum tanelerinin yer çekimine yenik düşmesini yavaşlatmıştı. Havada asılı kalan zaman gibi bir süre o anda tıkılıp kalmak isterdi, kuantum düşünce tekniğinde bilmem kaçıncı evrende dahi yine o anı yaşıyor olmayı dilerdi. Tüm bu duygu silsilesi ve olasılıkların düşüncesi beyninde akıp giderken Galata ya doğru yürüyordu. Buluşma yeri oraydı ve istiklalin bütün o kalabalığına rağmen tek başına yürüyor gibi hissetti. Tünelden yükselen müzik seslerinden çok içindeki şarkıya kaptırmıştı kendini ve o ritim ile gidiyordu adımları. Çoktan Kule dibine gelmişti bile ve buluştu kollar birbiriyle . Buda geçer cinsinden sıvazlanan omuzlar gibi dolaştı eli sırtında. Evet buda geçer dedi içinden. Gözler doldu biraz belkide ona öyle geldi olması gerektiği gibiydi. Yükler ağır gelmiş olmalı çökmüş sandı omuzları . Ses etmedi , beraber kafeye geçildi, arkadaşlarının yanına ilişildi, puzzelin konseptine uymayan bir parça gibi yavan absürt kaldı. Ona göre tanıdık yabancılardı çevredekiler ama yinede sohbete dahil olundu , aynılaşmak adına muhabbet edildi. Kahveler söylendi ve zaten dar olan mekanda kokunun duyuları etkilediği an gecikmedi. Kahveler yudumlanırken sigaranın dumanı sardı etrafı.Yavaş yavaş yudumlandıktan sonra fal geyiğine daldılar. Her fincanda ayrı yalanlar ilerde gerçekleşmesi ümidiyle söylendi. İncelerken yüzleri bir vakit tanıdık geldiler ve o aitlik hissinden tiksindi, bağlı olduklarını hatırladı utandı kendinden ama o gün ilk defa içtiği kahvenin tadını damağında hissetti. Yüreğine doğru yol alan bir iki acı damlasıyla birlikte ömür boyu unutulmayacak bir tattı. O kapatılan fincanlardan süzülen telveye baktığı kadar göremedi onun içindekileri. Dar iki katlı bu mekanda basık tavandan çok muhabbetleri darlandırdı onu. Sözleri ezdi içini. İnceden inceye dokunan her kelimede biraz daha yıkıldı ümitleri. Onuda alıp döneceği o dar zamanlardan tek başına çıkacağını sezdi. Uzayan sohbetlerden anladı belkide burada olmamalıydı dahil olamadığı hayatlara baktı, oysa yanı başındaki tanıdık değil miydi. Onun giremediği düşlerinin içine baktı. Boş ve anlamsızdılar. Ama gitmesi için yeterliydi. Ve bu savaşta heba edilen onca hayat ve yerle bir edilenler gerekliydi. Omuzlarına çöken yük buydu aslında.


Dar vakitlerdi ya çabuk bitti kum taneleri ki daha fazla dayanamadı yer çekimine ve tükendiler. Kalktılar kule yokuşunu beraber yürüdüler , yolda gerginliği kaldırmak için gereksiz güncel muhabbetlerden yapıldı. Tünelin oraya gelindiğinde ayrılık vaktiydi dönülmesi gereken yollar vardı. Bir an tereddüt etti baktı nemli gözlerle. O durdu bir an ama sadece o bir an ve ötesi olmadı geri döndü basık tavanlı yere ve anlamsız hayallerine. Ardından bakarken öylece kala kaldı, sanki istiklal bir anda kalabalıklaştı… Tünelin karmaşık müzik sesi doldurdu kulaklarını... Ağzında buruk bir tadla yitirilenlerin ardından baktı bir süre. O yokuşun başında gidilen yolun aslında bir kaç bebek adımı olduğunu ve çabaların boşa çıktığını öğrendi.

Şimdilerde kahve içmeden geçirdiği gün yok, her içtiğinde ilk tadı hatırlar oldu ve o acı tadı bastırsın diye şekerden hallice baldan biraz acı kıvamda içer oldu. Galata'ya arada iner ve her defasında o yeri bulmak adına kaybolur oldu. O yokuşun başına her geldiğinde ardına bir dönüp bakar oldu. Ve her defasında aynı şeyleri hatırlamamak adına bir gün her şeyin değişmesini umut eder oldu. Sizce "O" çok mu şey istiyor??

Sayfalar