17.10.10

Acı Bir Tad


Uzun süredir görmüyordu o yüzden heyecanlıydı ve zamanında en yakınında o değilmiş gibi ürkek gitti yanına. Dar vakitlerden biriydi ve ona zaman yaratmıştı.


Kronos'un eli gibi kum saatindeki kum tanelerinin yer çekimine yenik düşmesini yavaşlatmıştı. Havada asılı kalan zaman gibi bir süre o anda tıkılıp kalmak isterdi, kuantum düşünce tekniğinde bilmem kaçıncı evrende dahi yine o anı yaşıyor olmayı dilerdi. Tüm bu duygu silsilesi ve olasılıkların düşüncesi beyninde akıp giderken Galata ya doğru yürüyordu. Buluşma yeri oraydı ve istiklalin bütün o kalabalığına rağmen tek başına yürüyor gibi hissetti. Tünelden yükselen müzik seslerinden çok içindeki şarkıya kaptırmıştı kendini ve o ritim ile gidiyordu adımları. Çoktan Kule dibine gelmişti bile ve buluştu kollar birbiriyle . Buda geçer cinsinden sıvazlanan omuzlar gibi dolaştı eli sırtında. Evet buda geçer dedi içinden. Gözler doldu biraz belkide ona öyle geldi olması gerektiği gibiydi. Yükler ağır gelmiş olmalı çökmüş sandı omuzları . Ses etmedi , beraber kafeye geçildi, arkadaşlarının yanına ilişildi, puzzelin konseptine uymayan bir parça gibi yavan absürt kaldı. Ona göre tanıdık yabancılardı çevredekiler ama yinede sohbete dahil olundu , aynılaşmak adına muhabbet edildi. Kahveler söylendi ve zaten dar olan mekanda kokunun duyuları etkilediği an gecikmedi. Kahveler yudumlanırken sigaranın dumanı sardı etrafı.Yavaş yavaş yudumlandıktan sonra fal geyiğine daldılar. Her fincanda ayrı yalanlar ilerde gerçekleşmesi ümidiyle söylendi. İncelerken yüzleri bir vakit tanıdık geldiler ve o aitlik hissinden tiksindi, bağlı olduklarını hatırladı utandı kendinden ama o gün ilk defa içtiği kahvenin tadını damağında hissetti. Yüreğine doğru yol alan bir iki acı damlasıyla birlikte ömür boyu unutulmayacak bir tattı. O kapatılan fincanlardan süzülen telveye baktığı kadar göremedi onun içindekileri. Dar iki katlı bu mekanda basık tavandan çok muhabbetleri darlandırdı onu. Sözleri ezdi içini. İnceden inceye dokunan her kelimede biraz daha yıkıldı ümitleri. Onuda alıp döneceği o dar zamanlardan tek başına çıkacağını sezdi. Uzayan sohbetlerden anladı belkide burada olmamalıydı dahil olamadığı hayatlara baktı, oysa yanı başındaki tanıdık değil miydi. Onun giremediği düşlerinin içine baktı. Boş ve anlamsızdılar. Ama gitmesi için yeterliydi. Ve bu savaşta heba edilen onca hayat ve yerle bir edilenler gerekliydi. Omuzlarına çöken yük buydu aslında.


Dar vakitlerdi ya çabuk bitti kum taneleri ki daha fazla dayanamadı yer çekimine ve tükendiler. Kalktılar kule yokuşunu beraber yürüdüler , yolda gerginliği kaldırmak için gereksiz güncel muhabbetlerden yapıldı. Tünelin oraya gelindiğinde ayrılık vaktiydi dönülmesi gereken yollar vardı. Bir an tereddüt etti baktı nemli gözlerle. O durdu bir an ama sadece o bir an ve ötesi olmadı geri döndü basık tavanlı yere ve anlamsız hayallerine. Ardından bakarken öylece kala kaldı, sanki istiklal bir anda kalabalıklaştı… Tünelin karmaşık müzik sesi doldurdu kulaklarını... Ağzında buruk bir tadla yitirilenlerin ardından baktı bir süre. O yokuşun başında gidilen yolun aslında bir kaç bebek adımı olduğunu ve çabaların boşa çıktığını öğrendi.

Şimdilerde kahve içmeden geçirdiği gün yok, her içtiğinde ilk tadı hatırlar oldu ve o acı tadı bastırsın diye şekerden hallice baldan biraz acı kıvamda içer oldu. Galata'ya arada iner ve her defasında o yeri bulmak adına kaybolur oldu. O yokuşun başına her geldiğinde ardına bir dönüp bakar oldu. Ve her defasında aynı şeyleri hatırlamamak adına bir gün her şeyin değişmesini umut eder oldu. Sizce "O" çok mu şey istiyor??

1.3.10

Kalemin ucunda bir iz olsan şöyle hafif dokunsam. Kara kara yüzler yapsam ruhunu katarak ve senden izler olsa her birinde. Haleti ruhiyen bulaşsa yüzlere biraz acı biraz aşk , hafifte umut hissedilse gözlerinden ha birde küçük bir tebessüm olsa yüzlerde hafiften gamzeleri belirse dudakların yamacında. Kara kara gölge oyunları olsa derinliğinde. Tek boyutda tıkılıp kalsa yüzler. Dökülmese dudaklardan kelimeler , olmasa mimikler konuşan sadece gözler. Birtek onlar tanık olsa yaşananlara...

23.2.10

minik ya bizide alsaydı ya içeriye

evet ve sonunda olduu!! bir adet meriç, bir adet damla, bir adet nihan ve birde bonusundan gizem bir araya geldi o tarihi buluşma gerçekleşti :) karanfil olmalı evet olmalı dedik dedik bulduk en sonunda ha birde the beatles'ın sevimli yaratığı pisiciği unutmamak gerekli tanışmamız ne kadar yürek hoplatıcı olsada kerata pek bi sevdirdi kendini. özün sözü sözün kısası sanki ilk defa tanışmıyormuş gibi tanıdıkdılar candandılar ki buna itinaden pek bi hoş gün oldu öyleki ukulela bile nihanın kollarına doğdu günün sonunda.

13.2.10

Bidon

Bugün bir bidon dolusu hüzün buldum. Napsam die düşünürken midem bulandı avuç dolusu nefret birazda eskiye özlem kustum. Reçel kavanozlarındaki mutlulukları aradım raflarımda , baktım kalmamış. Dibide görülmüş otuzbeşliklerin hani olsada bir damla efkarım yenilse ama kalmamış. Geçmişin hatıraların içkisi bugünün yada yarının içkisi değil o yüzden durmaz şişede. İçinde buruk bir hüzün taşır inceden inceye işlenir içine… Bakındım raflarıma sığmadı bidonum önce otuzbeşlikler devrildi şangırtıyla sonra reçel kavanozlarım ardı ardına düştüler yere. Canımdandılar , camdandılar un ufak oldular. Öylece kala kaldım ellerimde koca bir bidon "HÜZÜN"le.

11.2.10

Büyük şehirlerde kaybolanlardanım ben , küçüklerinde ise tutunamayanlardanım ve en çok da yavaşça silinip gidenlerdenim. Yalnızlığımın içine sığamayanlardanım. Halbuki bir göz odadan ibaret ama ruhumun labirentlerinde kayboluyorum hergün binlerce kez...

4.2.10

Düşünüp Düşümden Ayrı Kaldığım...

Düşlerimde gezinirken bir elimi duvara dayadım kaybolmamak adına. Yumdum gözlerimi hayallere, yavaşça ilerledim düşümde. Çıplaktı ayaklarım evet çıplak, asfaltı hissettim önce ıssız bir yol kenarındaydım sanki ve yolumu bulamıyordum.Patika yollardı benimkiler, asfaltı henüz dökülmemiş toprak kokan yağmurda çamurlaşan yollardı aradıklarım. Tek elimle yol alıyordum -bir elim gerçeği bırakmamak adına duvara tutunan- patikalarımı aradım, önce kaldırımları geçtim taşları hissettim belediyelerin her seçimde söküp yeniden dizdiklerinden , sonra yavaşça hissettim toprağın nemini oysa hangi patikaya girmiştim nereye giderdi bu yol? Kuru otlar vardı ayaklarımı acıtan , bunlar değilmiydi toprağın patikaya yatırımı öyleyse niçin acıtıyordu canımı? Patikayı arşınlarken fark ettim çıkmaz sokaklar vardır hadi birde çıkmaz patikalar olsun buda onlardan biri ve derin bir orman karşılasın beni kollarını açmış beklerken bulayım ağaçları.Dallarından göğü göremediğin koca çınarlarla kaplı bir orman idi.Gökyüzü yeşilmiş anladım .İstemem almasınlar beni kollarına. Maviler beni paklar, gökyüzü mavidir içimde ve beyaz bulutlar vardır arada kararırlar ama mavidir göğüm mavi!! Dönmeli bu patikadan başkaları da vardır elbet beni götürecek gideceğim yere. Dönüş yolu hızlıdır adımlar sanki hiç gitmemiş gibi o yolları sanki hiç istememişsin gibi gitmeyi , ayrıntılara takılmadan hissetmeden adımlarını hızlıca ilerlersin. Aynen öyle yaptım kuru otlar bile acıtmadı canımı öyle ki gerçeğe tutunan parmak uçlarım kanadı bu sefer. Asfalta geldik yine soğuk gecenin ayazımı olmuş ne ama sanki sadece bir an ayrılmıştık buradan. Biliyorum akıp gitmeliydi an ve gitmişti de çoktan. Devam ettim yoluma ayazın içime işlemesine aldırış etmeden yine ağırlaştı adımlarım. Sadece ben ve gece. Duvara daha bir sıkı tutunuyordu elim sanki gerçeği avuçlarımın içine alıp ilerlemek istercesine avucumu dayamıştım. Nice sonra bir patika daha ilişti gözüme daha bir belirgindi izler , bu muydu benim yolum? Toprağı pek de kuru değildi. Çiçekler mi bürümüştü etrafını çiğ damlalarının ay ışığında parıldadığını görür gibi oldu gözlerim. Ay fenerim oldu görür oldum çiçekleri ve damlaları. İlerledim usulca mutlak yere. Anlaşılan benim patikamdı , hafiften meltemi hissettim yosun kokanından. Hışırtılar duydum yapraklardan gelen fısıltılar gibi. Birkaç parmağım dokunuyordu istemsizce duvara “gerçek” ten biraz daha kopar gibiydi. Başımı çevirdim gökyüzüne, gözün alabildiğine yıldızlar vardı geceyi aydınlatan beni çağıran nemiyle çimleri hissettim tenimde ve çektim parmaklarımı duvardan özgürdü her iki elim. Aldı beni çimler kollarına gökyüzüne çevirdim yüzümü hafif bir nem saçlarımda sanki birazda ıslak sırtım yerde ama tekrar meltemi hissettim bu sefer ılık esiyordu saçlarımın arasında. Dünyamı kaplayan ışıltılarıyla bir dokunsam üzerime dökülecek hissiyle yıldızları seyre daldım sonra göz kapaklarım ağırlaşıp usulca kapandı bu aydınlık gecede. Güneş aktı içime uyandım sabahın ilk ışıkları ile gözümü açtım; tanrım bu nasıl gökyüzü bir avuç mavi, saplanır içime!Parmak uçlarıma dokundum yaralarıma “gerçek” ler yapmıştı bunu, sarılmalıydı yaralar burada. Bulutları izledim bir süre sonra kalktım meltemi takip ettim kıyıya götürdü beni , dalgaların yaladığı boz taşları gördüm bir ressamın ellerinden çıkmış gibi mümtazam koyulmuşlardı yerlerine. Gözün alabildiği mavi ışıldıyordu önümde. Ayaklarım ıslak kumda götürürken beni denize dalgaları hissettim , önce parmaklarımı yaladı sonra ellerime değdi dalgalar .Ve ben parmak uçlarıma dokundum “gerçek” neydi?... Güneşi izledim batana kadar. Denizden batıyordu bu sefer oysa bana hep dağların ardından veda ederdi. Güneşi yolladıktan sonra düş bahçemi gezdim her bir yerinde kendimden bişeyler keşfederek. Yakamozları farkettim bütün ışıltısıyla çarşaf gibi denize örterken ay. Bir avuç mavi saplanmıştı şimdi ise yıldızları döküyordum içime.Uzandım kumsala kumları hissettim tenimde kimi tenime yapıştı kaldı öylece kimi tutunamadı ellerime kayıp gitti gizlice. Ve ben bir geceye daha gözlerimi yumarken yıldızları örttüm üzerime , ay’ı aldım yüreğime ve parmaklarıma dokundum “gerçek” neredeydi? Benim patikamdı bu yol ve getirdiği yer burası…

Sabah olur bir avuç mavi saplı içime , yıldızlar var , unutmamak lazım bir de ay var yüreğimde ve gözlerimi açarım; odamın tavanı görülür , parmak uçlarım duvara dokunmuş “gerçek”lere tutunurcasına… Benim patikamdı yol ve getirdiği yer burası.

31.1.10

şarkılarda olmasa...




çekirdek sanatevi 1985 ses kaydı
...
şarkının girişinde fikret kızılok'un yapmış olduğu konuşma;
toplumsal hareketler bazen öyle noktalara geliyor ki insan kafasının içindeki toplumla yaşadığı ortamı pek bağdaştıramıyor, benim de kafamın içinde bir toplum var. erdeme, evrenin ve insanlığın iyiliğine güzelliğine yönelmiş bir toplum yapısı bu. şimdi böylesine bir umutsuzluğa kapıldığım anda yazmış olduğum bir şarkıyı bülentle ilk defa seslendirmek istiyorum. buna biraz da kaçış şarkısı diyebiliyorum. şarkımızın adı egoist kumsal. kayıtta mıyız...

EGOİST KUMSAL

aklımda hiçbir şey yok
uzanmışım kumsala
güneş damlıyor içime
dudaklarım soğuk suda
tenimde canımın sıcaklığı
başımda sevda yelleri
zamanı durdururum sanırdım
böylece
ne atom bombası
ne yoksul çocuklar
kaybolan umutlar
bunca elem keder
evrensel boyutlar
ne de yarınımız var


facebook'tan alıntıdır arkadaşlar.daha önce hiç bir yerde bu kaydı dinlememiştim hazırlayan arkadaşın emeğine sağlık dioruz ve bol bol dinlioruz =))

28.1.10

KAR

...
şimdi tutalım bu diriliği artık. zamanıdır.
zamanıdır. neredeyse kar başlar. küçük kuşlar ölür.
semerciler ve dilsizler ölür.
seninle ben kalırız. yeni bir yaşamaya
gökler ve kentler ufalır. seninle ben kalırız.
o şarkı sanılan bir kavga halini alır
nerdeyse kar başlar.
birini düşünür gibi oluruz. biliyorum
ellerinde üşür . biliyorum ama
ısıtabilirsin onları. o ateşte.
hazırsın da. biliyorum ama
sana bir boyun atkısı gerek. kış geldi...
turgut uyar..


Bugün çok büyük bir acı çöreklendi ruhuma , yüreğimin ortasına. Gün sonu geldi ve bu dizeleri okurken beynime saplandı düşünemiyorum çaresizim çarelerin karşısında. Şimdi kara kış hazan zamanı, ruhumda derin yaralar ve ben üşüyorum. Isıtacak gücüm yokk tükendi bitti. Bugün gördüm ya sevdiklerimin gözünde çaresizliği ve ben çare olamıyorsam onlara artık daha bir ağır gidiyor gemiler limanımdan... Nefes almak nasılda güçleşti yutkunamadı boğazındaki düğümleri kaldı öylece acı içinde ve ben çare olamadım nefesine. Nefesimden katamadım bir damla boğazına. Konuşamadı ses olamadım kelimelerine. Nice sonra derinden çıktı sesi ben iyiyim dercesine ama aksini ispatlarcasına boğuk ve yaralayıcı...



24.1.10

Ah bir ataş ver cigaramı yakayım...

Yine o bankda oturuyor olmak isterdim. Maviyi hatırlatıyorsun bana mutluluğun resmi huzur ve sessizlik. Orda sadece ben varım ve sonsuz sessizlik . Ufuk çizgisi bile silinmiş hafif beyaza çalan bir mavide. İskelenin orda ki tek bir ağaç varya hani. Günlerce aylarca sonsuza dek köklerim sökülünceye kadar kalırdım orda . Belki kışa doğru dalgalar yalardı eteklerimi birer birer. Yaz olur serinlerdi insanlar gölgemde ve ben yine yalnız kalır izlerdim mavilikleri.İstabul'un deniz trafiği yoğun olur gemiler geçerdi birer birer önümden ve martıları ardında sürükleyerek selam verirlerdi. Arkalarında köpükler bırakarak süzülürler denizde ardlarına bakmadan giderlerdi.

Akşama doru fırtınalar kopar gitmek yalnızlık kalmak yalnızlık binemem vapura bir adım geri bir adım ileri hep bir çelişki. Gökyüzünde değilde gözlerimde birikir yağmurlar ve kimse duymaz elimden tutun dediğimde...


Not; fotoları ben çektim adalar daha bir güzel olur son baharda...

22.1.10

yaz yaz yazz...


ahh yazı özledim!! bre hayat hapsettin beni istanbulda kara kışlara donuyorum dışarı adım atılmıyo...

JANİS




















19 ocak Janis Joplinin doğum günüydü biraz geç oldu ama onla ilgili birşeyler yazmak istedim. Severim kendilerini müziği başka hisler beslememi sağlar. Dinlerken hayaller daha bir kuvvetli olur koparsınız gerçek dünyadan göğün bilmem kaçıncı katmanında hissedersiniz kendinizi . Sesinde biraz ızdırap hissedilir , beni öyle düşündürür genelde bunun yaşamıyla ilgisi yok yaşantısını ölümünün sebeplerini bilmeden önce dinlerdim şarkılarını ve böyle düşündüren sadece ses tonu. Güneşin çiçek çoçuklarındandır ilk zamanlar anlaşılamamış bir tarza sahipti o ve niceleri gibi sonradan anlaşıldı kıymeti.Şarkılarıyla özgür dünyasının içine alıverir sizi.


Şöyle bi hayal ediyorum da Janis'i dinlemeye yola koyulmuşuz çiçekli vosvosumla gidiyoruz
Woodstock festivaline dilimde bir şarkı tutturmuşumm direksiyonda parmaklarım ritim tutuyor keyifle söylüyorum “Easy Rider”ı ki bence tam bi yol şarkısı .... Oh! easy rider don't you deny my name oh no oh no!!... devamı down on meee ile gelir tüm yol böyle sürüp gider.

Şimdide konser alanındayım efsane bir kezde benim gözlerimin önünde canlanıyor adeta, anlatılanlar sözcükler evrim geçirmişte üç boyutlu yaşıyormuşcasına oradayım işte . Pice of my heart’i söylüyor ayaklarını yere vura vura come on come onn derken sahnede adeta devleşiyor o minik kadın. Ve eşlik ediyorum ;

Take another little piece of my heart now baby,

Break another little bit of my heart now, darling, yeah

Have another little piece of my heart now baby, yeahh

You know you got it, child ,if it makes you feel good...

Müziğin içinde buluyorum kendimi.. peş peşe sıralıyo parçaları müthiş yorumuyla ...










eğer tek bir günün varsa birlikte geçireceğin
ve sen 365 günün hepsini istiyorsan
ve 365 gün sadece bir hayalse
tek bir lanet olası gün varsa elinde
sana diyeceğim dostum,
o tek bir gün tüm hayatın olmalı
çünkü bilirsin
diğer 364 gün için böğürerek ağlayabilirsin
çatlayabilirsin hatta
ama
o tek günü, o tek bir günü kaybedersin sonsuza dek
eğer bugün yanındaysa, yarını tüketmezsin
çünkü yarına ihtiyacın yoktur dostum
batıya giden o soğuk trende konuştuğumuz gibi
işin gerçeği dostum
yarın asla olmayacak
çünkü tatlım
“it’s all the same fucking day”
nefes aldığında
onu tutmalısın
hayatının son dakikası gibi
sanki bir daha solumayacaksın gibi
çünkü bir gün mutlaka
omuzlarına binecek bu yük
ve o zaman inan bana
kaldıramayacaksın
dibe çekecek seni
zincire vurulmuşsun gibi”

ball and chain

Ve sabah olur...

Gece uyuyamayıp, sabahın ilk ışıklarında ayaklanmak ... Yeni bir gün adına pek de iyi dileklerde bulunmayıp asıl olağan içinde geçmesini beklemeye koyulmaktı yaşadığım. Penceremden yüzüme vuran güneş az veya çok uyumuşluğuma aldırmıyordu. Herkesin yüzüne değdiği gibi davranıyordu. Fakat biraz daha şevkatli sanki uyanda bak çevrene der gibi halbuki bir tokat gibi indi yüzüme soğuk kış gününde sıcağı ve anladım “gitmiş” . içilmiş sigaraların gırtlakta bıraktığı tortular ile daha bi farklı geldi acının tadı veyahut olağan oldu herşey. Janise bakıyorum baş ucumda sanki alay edercesine gülüyo bana. Geri dönmiceni oda bilio tıpkı benim içten içe bildiğim gibi....

Gece...

Keşke sabah olmasa bu gece daha bi zor uyumak bekliorum bekliorum olmasın sabah. Gözlerim daha bir inatçı bugün hiç kapanmıyorlar . Zaman tut elimden ve götür beni geriye . Beynime saplanıyor geçmişin izleri yine yine yeniden ... Gitmeyin durun yıldızlar hele sana ne demeli ay mahsustanmı yapıyorsun bunu bana? Bile bile gideceğini mahsustanmı bu oyun ? Sanki daha hızlı ağarıyor gün. Hepsimi karşı buna. Bu gidişlerin ne sonu ne başlangıcı. Bir avuç yaş birikmiş gözlerime hazır olda bekliyor adeta... uyuyup uyanıpda yokluğunu fark etmemek için bu yaşamsal tepkiler... Yine aynı senaryolar oynanıyor sahnede ve başrollerdeyiz . Replikler farklı sözcükler ürkek dökülüyor dudaklarımdan.Bu sefer daha bi kararsız bedenler , sözükleri değil cümleleri yutuyorum adeta ve gözlerine baka baka resti çekemiyorum . Gözyaşları yok hepsi kaçmış bir yerlere bazıları zorluyor kapıları. Onlarda sen arkanı dönünce yavaşca süzülüyor avuçlarıma hapsolup gizleniyorlar tekradan.İyi geceler diyorum iyi geceler içimden gitmemeni dileyerketen koca bir İYİ GECELER!!!

19.1.10

...........................KŞA...........................

Bi yerlerde senin yılgın yıkık döküklüğün olmadıkça ben ben de yokum aslında. Senin hiç bilmediğin diyarlarda arıyorum kendimi. Bulmayı ümit ettiğim aşk belkide. Yüreğimi delip geçercesine kanatan fakat bağımlı olduğum acıydı aradığım kim bilir. Ama yorgun düşlerimde seni gördüm gecelerce. Nerede olduğunu kim olduğunu bilmeden yaşadım yıllarca. Tenini sesini kokunu merak ettim günlerce. Ruhunu görüyor beni saran sarmalayan benliğini hissediyorumm ama ne cismin var karşımda ne de sesin.. yanılıyorum her aşkda bir adım daha uzaklaşırcasına senden. O her adım yaralıyor yüreğimi. Ümitlerim soluyor sensiz güneşsiz bahçelerimde. Ne su ne de benim onlara verebileceğim sevgi hiç biri ayakta tutamıyor çaresiz yok oluşlarını izliyorum. Artık silikleşiyor düşlerim inancın yitirilişi bu belkide. Kimbilir belki vazgeçişlerimden biridir sadece. Vazgeçip yeni ufuklara yelken açıyorum. Seni ve sen sanıp bağlandıklarımı ardımda bırakarak gidiyorum sesiz mağrur bi okadarda yenik. Şimdi ölü toprağı serpiyorum bahçelerime yeni yeniden yeşermesin o tohumlar diye. Ama biliyorum çabam boşuna. Ben durdukça zihnim benliğim ruhum rengini yitirmedikçe yine yeniden yeşericek tohumlar. Her geçen gün biraz daha sağlamlaşacak kökleri tutunacaklar hayata. Yine yine yeniden aşık olacağım hayata ve sana ...

18.1.10

....

Beni sana getiren yollar , üzerinde yürüdüğüm sokaklar değil. Adımlarım kup kuru toprağı ezerken , ben hiç birşey fark etmeden gecede ilerliyodum.
" Beni sana getiren tanrıydı belkide."

Kendimden uzaklaşan kendimi , hiçbir zaman ait olmadığı ve olamayacağı senin diyarlarına hapseden aslında benim. Kınamam seni bundan.
"Beni çağıran geceyi bile kınamıyorum!"

Aslında ben seni tanıdım tanıyalı ; sen sessizliğin yıkıntıları arasında unutulmuş, çürümüş ve çaresizsin. İnsanların ölüm dedikleri soğuk bir yerde unutulmuş birisin.
"Beni izleyen ve bekleyen bir seyyahsın..."

Ps; aşık değilim öylesine çıkıvermiş bişi işte...
geçen yaz yazmışdım okuyanlar hatırlar şimdi okuyorumda hiç mi değişmez?

Bu aralar hüzünlü şarkılardaki gibi istanbul. Can alıcı bir güzellikte fakat yorgun hüzünlü. Bahar geldi geçti koca bi şehirdende biz halen sonbaharı yaşıyoruz sanki. Çınar ağacındaki yapraklar gibiyiz rüzgarla birer birer dökülen savrulan. Kökleri sağlam her mevsim yeni yeniden dirilen koca bir çınar düşle ; üstünde bülbülleri olan dalları gökleri kucaklayan , gölgesindeki çimleri gözün alabildiğine yeşil, küçük bir çocuğun hayali salıncak kurulu olsun dallarında şen kahkahaları hala orada dursun silme izleri bırak. Yaprakları canlandır gözlerinde bizler gibi kuru sarı sonbahar geçmiş üzerinden belli ,yorgun heran tutunduğu yeri bırakacak gibi zayıf. Şimdilerde hep kendimi o yapraklar gibi görüyorum. Küçük bir çocuğun kahkahaları var kulaklarımda git gide uzaklaşan bir tınıyla , birazda anılar var her geçen gün çoğaldıkça çoğalan ama artık bülbül ötmüyor çıplak dallarında yalnız hatıralar kaldı ruhunda.

ilaveten ;

mevsimler geçiyor birer birer sonbahar olmuş mevsimlerden. Yağmur damlaları ıslatıyor dalları belli olmuyor gözyaşları. kışı seviyorlar belli donmak güzel hissedememek birşeyleri iyi. lodos esiyor ağır ağır sürüklemeye çalışırcasına. gökten delicesine yağan yağmurlar yeni dinmiş toprak kokusu duyuluyor ağırdan şehir yıkanmış temizlenmiş ve denizin kokusuda geliyor hafiften yosunlu. Biraz soğukmu sanki ne ama iyi iyi böyle iyi...

10.1.10

bu aralar böyle

İçimde koca bir boşluk var gelen geçeni yutan. Değişime açık olmayan bir bünye benimkisi çok büyük adımlar gerekli köklerimi yeniden kurmaya ama gücüm yok yada cesaret edemiyorum. Gücümü aldılar yok emilmiş gitmiş bir yerlere. Keşke bende terk edebilsem bu yerleri .Bir gün gidicem rüzgar usulca adımı fısıldıycak kulağıma saçlarımı tarayarak ulaşıcak ve fısıldıycak işte gitme vakti odur benim için. Belki gücüm olmaz zira cesarette yeni tükenmiş ama ne olursa olsun gidicem hep kızdığım malum geçmişi sildik bilenler bilir terk edip gidenlere büyk tepkim var yarım bıraktılar beni fakat git gide onlara benziyorum. Benim olmayan koca koca parçalar legoları düşünün hani irili ufaklı parçalar vardı küçüklükte oynadığımız işte onlardan benim parçalar minik çabuk dağılan kaybolan kimi zaman yeniden bulunan ama bunlar iri büyük oturmuyorlar hiç biryere bir çok parçaya birden takılırlar dağılırlar birden of garip şeyler saçmaladım boş verin eminim bir yerleden kaptınız düşüncelerimi demek istediklerimi işte bu aralar böyle hallerdeyim.

Sayfalar